Japonya'nın
Fukuşima santralında yaşanan nükleer facianın boyutları giderek daha vahim bir hal alıyor.
Santralın 4 reaktöründe de, en büyük
tehlike olan reaktör kalbinin erimesi olayı gündemde.
AB Komisyonu'nun enerjiden sorumlu üyesi Günther Öttinger,
Avrupa Parlamentosu'na yaptığı açıklamada, durumun kontrolden çıktığını belirttikten sonra, "Kıyametten söz ediliyor... Bu sözcüğün doğru seçildiğini düşünüyorum" dedi. (The
Guardian, 16
Mart)
Japonya gibi dünyanın teknolojik bakımdan en ileri gitmiş, nüfusu en eğitimli ve en disiplinli olan bir toplumda bile, nükleer krizle başa çıkmada büyük yetersizlikler gösterildiğine dair yorumlar yayılıyor.
Nükleer santrallara sahip ya da kurmakta olan ülkelerde güvenlik önlemleri gözden geçiriliyor. Çin, inşaatları askıya aldığını açıkladı. Çoktan yeni
nükleer santral yapmama kararı alan
Almanya, 1980 öncesi inşa edilenleri üç ay süreyle kapattı.
Başbakan Merkel, "Japonya gibi gelişmiş bir ülkede bunlar yaşanabiliyorsa, yeni bir durumla karşı karşıyayız ve buna göre davranmalıyız" dedi. Britanya, ABD ve
nükleer enerjide en fütursuz
Fransa bile santralları gözden geçirme kararı aldı. Faal 440 santraldan üçünde yaşanan facialardan sonra dünyanın yeni nükleer santral kurmadan önce birkaç kez düşüneceği anlaşılıyor. Peki bizim hükümet ne yapıyor?
Başbakan Erdoğan, Moskova'ya hareketinden önce, nükleer santralların riskini tüp gaz kullanma riskine benzetti. Moskova'da, "Olumsuz bir netice doğacak diye yatırımdan vazgeçemezsiniz..." buyurdu. Ve telaşla ekledi: "Her şey tamam, kazmalar vurulacak. Aylar değil, haftalar sayıyoruz. Nükleer santralın temeli nisan sonu ya da mayıs başı atılabilir..."
Enerji ve
Çevre bakanlarının söylediklerinde ciddiye alınacak bir taraf görmüyorum. Başbakan'ın sözleri ise, hükümetin nükleer santralların arz ettiği tehlikeler konusunda Çernobil'e ve Fukuşima'ya rağmen ne kadar aldırmaz, ne kadar vurdum duymaz bir tavır içinde olduğunu yeterince gösteriyor.
Türkiye bu tavra layık değildir. Ama maalesef, nükleer enerji için yıllardır yürütülen
lobi faaliyetleri toplumun ezici çoğunluğunu riskler konusunda tam anlamıyla karanlıkta bıraktı; nükleer santrallar modernliğin simgesi olarak yutturuldu. Herhalde bu nedenle Başbakan, "bu tavır oy kaybettirmez, kazandırır" diye düşünüyor. Ama yanıldığını görebilir...
Okurlarım biliyor: AKP hükümetini ekonomi alanındaki başarıları, demokraside sağladığı ilerlemeler, ülkeye kazandırdığı saygınlık nedeniyle takdir ediyorum. Eleştirdiğim birçok uygulaması var, ama çevre konularındaki duyarsızlığı, özel olarak nükleer enerjideki aymaz tutumu, performansına kara bir leke sürüyor.
Peki, anamuhalefet partisi ne diyor?
CHP Genel Başkanı, Fukuşima faciası hakkında ne düşündüğü sorulduğunda hemen "nükleer enerjiye karşı değiliz" diyor. Sonra, nükleer santral için
ihale açılmadığını hatırlatarak, şunları söylüyor: "Hangi gerekçeyle ihalesiz? Bunları bilmeden, bunları sorgulamadan gerçekleri bulamayız. Kim daha ucuza, kim daha güvenlikli, kaçıncı kuşak bu nükleer santrallar, bütün bunların hepsinin bilinmesi, tartışılması gerekirdi. Ama yapılmadı. Gidildi,
Rusya ile
anlaşma imzalandı, gelindi o anlaşma parlamentodan geçirildi, sonra bize dayatılıyor..." CHP liderine, aklınız bugüne kadar neredeydi diye sormayalım. Şimdiye kadar sormadığı soruları, hiç olmazsa Fukuşima'dan sonra soracağını temenni edelim.
Başbakan,
bedelli askerlik için "sorumluluk yüklenemem,
referandum yaparım" diyor. Peki,
Mersin ve
Sinop'ta nükleer santral riskinin sorumluluğunu nasıl yükleniyor? Peki, en büyük riski yüklenecek olan Mersin ve Sinop halkının buna onay vermesi gerekmez mi?
Enerji Bakanı, "Mahallenin delisi miyiz ki nükleerden vazgeçelim?" diye soruyor.
Hayır, mahallenin akıllısı olalım, nükleerden vazgeçerek insanlığın yeni facialardan korunması için örnek bir adım atalım. Doğru, ahlakî ve vicdanî olan budur.