Fransız matematikçi ve filozof Blaise Pascal (1623-62) ile ineğine ait öykü muhtemelen sadece bir şehir efsanesidir...
Ama "Değişim"e ilişkin çarpıcı bir anlatımdır.
"Pascaline" diye bilinen ilk mekanik
hesap makinesini de yapan Pascal'ın bir
buzağısı varmış.
Pascal bu buzağıyı her sabah kucağına alıp severmiş.
Buzağı büyümüş,
inek olmuş.
Ama Pascal her sabah onu kucağına aldığı için hayvanın büyüdüğünün farkına varmamış.
İneği de buzağıymış gibi kucağına alıp severmiş.
Kentli Pascal'ın neden bir ahırı ve içinde bir ineği olsun ki?
Toricelli'nin atmosfer basıncına ilişkin tezlerini doğrularken veya insan-
Allah ilişkilerini irdelediği "Düşünceler"i (Pensées) yazarken, bu arada neden bir inekle haşır neşir olsun ki?
Değişimi anlamak
Böyle bir şey yaşanmamış olsa da bu öykü "Değişim"in çarpıcı bir anlatımıdır.
Bazılarına göre
Shakespeare hiç olmamıştır ve onun eserlerini başkaları yazmıştır ya...
Bu konuda da "Kim yazmışsa güzel yazmış" demek en doğrusudur.
İnsanların değişimi algılamaları gerçekten kolay olmuyor.
Şu anda dünya da
Türkiye de eskisinden çok başka bir yerde.
Geçen gün
Hırvatistan Cumhurbaşkanı Josipoviç gazetemizi ziyaret etti. Onunla uzun uzun sohbet ettim.
Düşünün ki Yugoslavya'nın
bağımsızlık savaşının komutanı ve Cumhuriyet'in kurucusu Tito, bu Hırvat siyasetçi tarafından "Geçmişte kalmış bir tiran" olarak hatırlanıyor.
Dün geride kaldı
Daha bir ay önce
Mısır ile
Hüsnü Mübarek özdeş isimler değil miydi? Bir de Türkiye'deki değişimi düşünün.
"
Kürt" kelimesini kullanmak da, Karl Marks'ın kitaplarını bulundurmak da müeyyidelerle yasaklanmış ceza gerektiren fiiller değil miydi?
Ya da Ankaralı gazeteciler Başbakanlığın değil Genelkurmay'ın ışıklarını izleyerek siyasetin yönünü anlamazlar mıydı düne kadar?
"Toplu
iğne bile yapamayız"dan yola çıkan ihracatının büyük bölümü sanayi ürünlerinden oluşan bir ülkeyiz bugün.
Çevre merkeze geldi.
Kentliler köylülerden daha fazla.
Köy kahvelerinde
radyo dinleyerek dünyayı anlamaya çalışanlar, şimdi internetten iletişime giriyor.
Nostalji yetmiyor
Siz Türkiye'yi hâlâ 1930'ların veya 1970'lerin boyutundaymış gibi anlamaya ve anlatmaya çalışırsanız, taşıyamayacağınız bir yükün altında ezilirsiniz.
"Nefret"i "Muhalefet"le karıştırır ve demokratik çoğulculuğun kurallarını sürekli çiğnersiniz.
Bir dar çevrenin söylemlerini "Türkiye'nin sesi" olarak sunmak artık mümkün değil.
Artık
Kadıköy vapurunda herkes herkesi tanımıyor.
"Halk" artık "Vatandaş"ın tehdidi değil.
Yine o yamyam fıkrasını hatırladım.
Normal bir lokantada yemek yiyen yamyama "Burada ne işin var" diye sormuşlar.
Yamyam "İnsanlardan bıktım" diye
cevap vermiş.
"Yönetimleri
halk belirleyemez. Kızını serbest bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya varır" diye düşünen siyasi yamyamlığı bırakmanın zamanı geldi, geçiyor.
Türkiye artık bir oligarşinin kucağına sığmayacak kadar büyüdü.