Dünya,
Libya'daki meczup liderin 42 yıllık iktidarını üç beş yıl daha uzatabilmek için kendi
halkına açtığı savaşı kaygıyla izliyor.
Bu kaygı, bir yönüyle insanlığa karşı işlenen bir suça şahit olmaktan kaynaklanıyor. Diğer yönüyle de bölgede ve dünya ekonomisinde yaratacağı istikrarsızlık beklentisinden kaynaklanıyor. O nedenle
Birleşmiş Milletler, NATO ve ABD karar organlarında, halkı ile giriştiği iç savaşta Muammer
Kaddafi'ye üstünlük sağlayan hava kuvvetlerini kullanmasını önlemek için Libya hava sahasını kapatmak seçeneği tartışılıyor.
Ancak yapılacak bir müdahalenin, kısa bir süre sonra kalıcı bir işgale dönüşerek Araplar'ın kanları ve canlarıyla gerçekleştirdikleri "Arap Devrimi"ni onlardan çalabilir endişesi var. Ez az yarım yüzyılın rüyası olan "özgür ve kendini yöneten bir halk" beklentisi yine karanlığa gömülebilir. Bu nedenle Kaddafi'ye karşı verilen
özgürlük mücadelesinde giderek aciliyet kazanan sahasının kapatılması ihtiyacı, "emperyalist" niyetlerinden endişe duyulmayacak, muhtemelen
Müslüman güçlerce karşılanabilirse herkes rahatlayacak.
Bu düşünce giderek müşteri buluyor.
Proje için iki
aday var. Bunların ikisi de iyi birer hava kuvvetine sahip ve
işbirliği yapmaları halinde
lojistik ikmal sorunu da olmayacak. Çünkü bu
ülkelerden biri komşu
Mısır, diğeri
Türkiye. Diktatörünü yeni devirmiş olan Mısır'da silahlı kuvvetler iyi bir sınav vermişler ve Arap halklarının güvenini kazanmışlar. Türkiye ise gerek tüm Araplar'a yenilmişlik ve aşağılanmışlık duygusu veren İsrail'e kafa tutmuş, gerekse artık
Amerikan yörüngesinden çıkmış olan bir ülke olarak görülüyor. Bu yörede yayılmacı hevesleri de yok. Neden işbirliği yapmasınlar diye düşünenlerin sayısı giderek artıyor. Çünkü isyancı Libyalılar için zaman daralıyor ve Kaddafi tekrar duruma hakim olursa, "Arap Devrimi" Libya çöllerine gömülecek.
Artık Kaddafi yönetiminin meşruiyetini yitirdiği konusunda bir
tartışma yok. Yol açtığı "insani
kriz"in bir insanlık dramına hızla dönüştüğü de görülüyor. Ama bu konuda Araplar arasında da, Batılılar arasında da ne yapılacağı konusunda fikir ayrılıkları var. Üstelik Arap topraklarına tek taraflı Batılı bir müdahale de istenmiyor.
Mısır'ın ve Türkiye'nin katkısı bu noktada önem kazanıyor. Kaldı ki düşünülen müdahale kara birlikleriyle olmayacak. Libyalılar Trablusgarp'taki diktatörlerine karşı mücadelelerini sürdürecek güçte. Ama oların belini Kaddafi'nin hava kuvvetleri kırıyor. İsyancılar iyi eğitilmiş ve silahları olmasına rağmen iyi teçhiz edilmiş değiller. Ama mücadeleye devam kararlılığındalar. Onları Libya ordusundan ayrılıp isyancılara katılan subaylar kısa süreli eğitimden geçiriyor ve yönetiyor. Başarıları oranında daha fazla katılmaların olması bekleniyor. Özellikle komşu Arap ülkelerinden bir sürü
gönüllü gelecek.
Sorunu daha da derinleştiren mesele
yiyecek ve tıbbi malzeme eksikliği. Mısırlılar bu konuda göz yaşartacak fedakârlıklarda bulunarak
yardım taşıyorlar. Ama bu ikmal işi sınıra yakın yerlerde gerçekleşiyor. Mücadelenin devam ettiği iç bölgelere hava araçlarıyla malzeme ve yiyecek götürmek taşımak gerekiyor. Ona da Kaddafi'nin uçakları ve helikopterleri izin vermiyor. Şu anda yiyecek ve tıbbi malzeme ihtiyacını acilen hisseden Libyalılar'ın sayısının 2 milyon olduğu söyleniyor. "Madem Kaddafi, karşıtlarını vurmaktan çekinmiyor, onları açlıktan da öldürebilir" deniyor. Yapar mı yapar!
Bu nedenle insani yardımın sırf özgürlük aradıkları için öldürülen Libyalılar'a ulaştırılması bir askeri
operasyon olarak görülmüyor. Bir süre önce kendi diktatörünü deviren Mısır ve
İslam âleminde demokrasisi ile saygı gören Türkiye'nin ortak bir "insani yardım" operasyonu düzenlemesi ve bütün dünyanın ihtiyaç içindeki Libya'ya taşınacak yardım malzemesini yakın hava ve
deniz limanlarında toplamasına dünyada pek az ülke
itiraz edebilir. Düşünmekte yarar yok mu? Üstelik bu düşünce Araplar'ın ürünü.
Türkiye Ortadoğu'nun geleceğinde böylesine yapıcı ve insani bir rol ile saygınlığını ve etkisini artırmaz mı? Büyük düşünenlere büyük devlet diyorlar.