Japonya'daki büyük kıyametten çıkılacak çok önemli dersler var.
Bunlardan biri, deprem kuşağı üzerindeki
ülkelerde
nükleer santral kurmanın riskleri, santral için yer seçiminin önemi. Bir diğeri, tsunamiye karşı önlem alma konusunda en tecrübeli ülkelerin bile hâlâ çok yetersiz oluşu. Üçüncü nokta ise, 8.9 gibi bir
akıl almaz büyüklükte bir depremde bile, yıkılmayan binalar yapmanın mümkün olduğu...
Dikkat ederseniz, Japonya'da asıl can kaybı tsunami yüzünden oldu. Enkaz altında kalarak ölenlerin sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Ayrıca, 14 saniye önceden tespit eden
erken uyarı
sistemi sayesinde, on binlerin hayatı kurtuldu. Japonlar bu sistemi Kobe depreminden çıkarttıkları dersle, 2006 yılında devreye sokmuşlardı.
Peki bizim
Marmara için böyle bir erken uyarı sistemimiz var mı?
x x x
"13 saniyemi istiyorum"
Bundan 12 yıl önce yazdığım bir makalenin başlığı buydu.
Büyük
İstanbul Depremi'nden birkaç ay sonra ünlü yerbilimci Xavier Le Pichon'un o günlerde basında yayınlanan
önerisi, 17 Ağustos'tan beri "kurbanlık
koyun" gibi yaşayan ama böyle yaşamayı bir türlü içine sindiremeyen biri olarak benim için inanılmaz bir müjdeydi.
Le Pichon, Marmara'daki fay hattına denizaltıyla bir dinleme istasyonu kurulmasını, ayrıca metan gazına hassas robot köpekler konulmasını, böyle bir sistemle depremde binaları boşaltabilecek kadar zaman kazanabileceğimizi söylüyordu. Aynı günlerde bazı önemli deprem uzmanlarımız da kurulacak bir sistemle Adaların güneyindeki fayda olabilecek bir kırılmanın İstanbul'a ulaşmadan 13 saniye önce halkın uyarılabileceğini öne sürüyordu. Bu 13 saniye, bazı yerlerde evlerin boşaltılmasına yetmese bile şehrin doğalgazının, elektriğinin kesilmesine yetebilir ve deprem sonrası büyük yangınları önleyebilirdi.
Ortada somut iki öneri vardı ve bu öneriyi yapanlar
uçuk amatörler değil ciddi bilim adamlarıydı. Teknolojinin bize bahşettiği bir imkândan; hayatımızı bize geri verecek saniyelerden söz ediyorlardı. Elbette, "yüzde yüz garanti" vadetmiyorlar ama o yaşamsal saniyeleri kazanmamız için ciddi bir şanstan söz ediyorlardı. Bu öneriler üzerine yapılan tartışmaları hatırlıyorum: Kimisi, "Canım, ille de haber verecek diye bir şey yokmuş ki..." diyerek atalete gerekçeler üretiyordu. Kimisi de kimse para kazanmasın diye ölmeye bile razıydı. "Uyanık
Fransız bize erken uyarı sistemi satmak için palavra atıyor" diye Le Pichon'a çamur atıyor; sistemi kurma önerisi yapan Türk bilim adamlarının kaç milyon dolar kazanacağını hesabını yapıyordu.
Bizim yöneticilerimizin harekete geçip sistemi kurmaya girişmesi için 2002 yılına kadar beklememiz gerekti. 2002 yılında
Kandilli Rasathanesi, depremin P ve S dalgaları ile erken haber alıp zararları gidermek için doğalgaz, elektrik ve su vanalarını kapatması için sensörleri kurdu.
Peki kurdu da ne oldu? Hiçbir şey. Çünkü sistem uyarıları sinyallerini yolluyor ama bu sinyalleri alıp da harekete geçen kurum yok. Yani sistemin bir ucu boş!
Bakın, erken uyarı sisteminin mimarı
Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Mustafa Erdik, geçen yıl Vatan'a verdiği bir röportajda bu trajikomik durumu nasıl anlatmıştı: "Biz erken uyarı sinyali üretiyoruz ama sinyali alan yok. Deprem ve tsunami erken uyarı sistemi dünyada kullanılan bir sistem. Bu alanda iki önemli konu var. Biri erken uyarı sinyalinin doğru olarak üretilmesi. İkincisi de bu sinyalin doğru olarak gerekli yerlere iletilmesi. Sistemler tamamlandığında, cihazların içinde erken uyarı sistemini alabilecek kapasite olacak. Böylece cihaz bulunduğu yerdeki sistemi durduracak. Örneğin
İGDAŞ gazı kesecek, 80 kilometre hızla giden metro duracak. Marmaray'ın tüp sisteminde erken uyarı sistemi alındıktan sonra,
trafik durdurulacak. Bu sistemin ilk aşaması İstanbul'da 8 yıldır çalışıyor. Büyük bir deprem olmadı ama büyük bir deprem olsa bile iletebileceğimiz bir makam yok. İGDAŞ gibi kurumların ne yapacağını bilmesi lazım. Alıcı sistemin de olması gerekiyor. Şu anda erken uyarı sinyalini üretiyoruz. Ama bizim diğer uçta sinyalle ilgili işlemlerin yapılmasıyla ilgili bir faaliyetimiz yok."
Yine Erdik'ten öğrendiğimize göre, İGDAŞ vanalarını kapatacak erken uyarı sistemi daha yeni ihaleye çıkarılmış. Diğer kurumlarda ise henüz bir hareket yok!
X x x
Bağımsız Türkiye!
Hepimiz nasıl da severiz bu sloganı değil mi? Nasıl da hassasızdır siyasi bağımsızlığımız konusunda...
Oysa asıl
bağımsızlık nedir biliyor musunuz? Asıl bağımsızlık, doğadan bağımsızlıktır; selden, çığdan, depremden, virüsten bağımsızlıktır. İnsan hayatının doğanın cilvelerine, kaprislerine bağımlı olmasından kurtuluştur; doğayı denetleyebilme gücüdür asıl bağımsızlık. Uygar olmakla olmamak arasındaki çizgi buradan geçer işte.
Uygar ülke, insanını doğanın acımasızlığına karşı koruyabilen ülkedir.
Uygar devlet de bu bağımsızlaşmanın organizasyonunu yapabilen devlettir!