Tek Parti döneminin kalıntılarını temizlemek sanıldığı kadar kolay olmuyor. Düşünün, aradan 68 yıl geçmiş, 33 kişiyi katlettiğini bizzat
mahkemede
itiraf ettiği halde hâlâ
Org.neral Mustafa Muğlalı'ya kamu katında gereken cezayı verememişiz.
İsmi bir kışladan kaldırıldı belki ama hâlâ Muğla'da bir caddede yaşıyor, kemikleriyse 12
Eylül darbecilerinin kararıyla kaldırıldığı anlı şanlı Devlet Mezarlığı'nda.
Tabii ki meseleyi Muğlalı'dan ibaret görmüyorum. O bir dönemin simgesi. Ve karanlık bir dönemin simgesi. Acıları yıllardır toplumun vicdanından tüten o yalnız karanlık değil, aynı zamanda "kanlı" dönemi aydınlatacak özgür ortam maalesef henüz yakalanabilmiş değil.
Tarih kitaplarımız
Dersim katliamından bahsedecek mi?
İstiklal Mahkemelerinin hukuk cinayetlerini yazma cesaretini gösterebilecek mi? Dahası, 1943'te Org. Muğlalı'ya Van'ın
Özalp ilçesindeki katliam emrini kimin verdiğini açıklayabilecek mi?
Prof. Mikâil
Bayram, katliamın yapıldığı Özalplıdır (eski adıyla Saray). Kendisinden bu olayın Özalp'tan nasıl göründüğünü anlatmasını istedim. Şunları anlattı:
"Özalp,
İran sınırına çok yakındır. Sığırtmaçlar sığırları mecburen sınıra yakın otlaklara götürürler. Bir gün İran'dan bir grup silahlı insan gelip 500'e yakın sığırı kaçırır. Halk
kaymakama,
jandarmaya haber verir, müdahale etmelerini ister. Ancak kılları kıpırdamaz. Bunun üzerine kendileri silahlanıp sığırlarının peşine düşerek bir kısmını geri getirmeyi başarır. Ancak çatışma sırasında pek çok
hayvan telef olur. Bunun üzerine
halk Ankara'ya telgrafla şikâyette bulunur. Cumhurbaşkanı
İnönü durumdan haberdar olur ve 3.
Ordu Komutanı Muğlalı'ya, "Halkla kaymakam birbirine girmiş, işi hallet." der. Olay yerine gelen Muğlalı, sınır bölünürken İran'da akrabası kalan kim varsa onları tespit ettirir. İçlerinde babam da var. Jandarma geceleyin köye gelir, ışığı yanan evlerdeki erkekleri toplar. Bu sırada bir asker de izinli olarak köye gelmiş, akrabalarıyla hasret giderirken yakalanıp götürülür. Toplam 33 erkeği elleri bağlı vaziyette Takorengiz köyünde bir vadiye indirmişler. "İhtiyat askeri" yapacağız diye yola çıkardıkları bu insanlara orada kendilerini
infaz edecekleri bildirilince zavallılar "Yemin ediyoruz, İran'a gideceğiz ve bir daha buralara dönmeyeceğiz, yeter ki canımızı bağışlayın" diye yalvarıp yakarıyorlar uzun süre. Ama nafile. Bunun üzerine iki rekât namaz kılmak için izin istiyorlar. Elleri bağlı vaziyette Engiz deresinden
abdest alıp cemaatle namazlarını kılıyorlar. İçlerinden Serheng adlı kişi hem ezan okuyor, hem de imam oluyor. Sonra kurşuna diziliyorlar. Ölenlerin çocuklarından bir kısmı
sınıf arkadaşımdı. Nasıl bir acı yaşıyorlardı, anlatamam."
İki yedek subaya işletilen bu katliamın asıl askeri sorumlusu Org. Muğlalı olmakla birlikte Tek Parti döneminde kılına bile dokunulmadan görevine devam etmişti. Olayın üzeri tam örtüldü sanılırken Tek Parti dönemi sona ermiş ve muhalefet konuyu yeniden gündeme taşıyınca mahkeme açılmış ve
CHP iktidarının görmezden geldiği bu katliamın sorumlusu, ancak 2
Mart 1950'de, yani olayın üzerinden tam 7 yıl geçtikten sonra öldürme emrini kendisinin verdiğini itiraf etmişti. Bunun üzerine mahkeme idam cezası vermekle birlikte, nereden icab ettiyse hafifletici nedenlerle müebbed hapse çevrilmiş, af kanunuyla da 20 yıl hapse indirilmişti. İlginçtir, zamanın
Askeri Yargıtay'ı, verilen hükmü bozmuş, Muğlalı tam yeniden yargılanacakken hapiste öldüğü haberi gelmiş ve olay böylece kapanıp gitmişti.
Siz kapandı zannedin, derin devletin mezardan sonra da
terfi işlemlerini sürdürdüğünü bilmiyorsanız çok yanılırsınız. Nasıl Koçgiri
Kürt isyanını kanla bastıran Sakallı Nureddin Paşa
12 Eylül'den sonra çıkarılan bir kanunla mezarında orgeneralliğe terfi ettirilmiş ve kemikleri
Atatürk Orman Çiftliği'nde kurulan Devlet Mezarlığı'na taşınmış ise Mustafa Muğlalı'nın kemikleri de 1988'de itibarı iade edilerek Devlet Mezarlığı'ndaki "saygın" yerini almıştır.
İşin ilginç yanı, olayın geçtiği tarihte Van savcısı olan Kemal Yörükoğlu'nun 1950'den sonra
Demokrat Parti milletvekili sıfatıyla Meclis'te anlattıklarıdır. Resmî tutanaklara da geçmiş bulunan bu sözler, bir
paşanın bireysel bir
ölüm emrinden ziyade planlı bir katliam ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Aslında 38 kişi olarak toplananların 5'ini tutuklayarak hayatlarını kurtardığını anlatan Van Savcısı, İran'dan açılan ateşe karşılık verirken köylülerin öldüğünü beyan eden tutanağın önceden imzalatıldığını, yani bunun planlı bir
operasyon olduğunu söylüyor. Ancak nedense 33 köylünün vurulduğu bu sözde çatışmada tek bir askerin dahi burnunun kanamadığına dikkat çeken Yörükoğlu, operasyondan sonra Muğlalı'nın tabur komutanını telefonla arayarak
tebrik ettiğini de sözlerine ekliyor.
Burada olayın planlı ve emrin "yüksek yerden" geldiğini gösteren kanıt, 1945'te Van'a gelen İnönü'nün, 33 kişinin katili (biri yaralanıp 2 yıl sonra ölmüştü) Org. Muğlalı'yı koluna takarak Van'a gelmesidir. Bunun anlamı, 'Evet onları biz öldürdük, gerekirse yine öldürürüz'den başkası olabilir mi? Katili cezaevine göndereceği yerde milli bir kahraman gibi koluna takarak henüz acıları taze olan insanların karşısına çıkması, suçun kaynağının daha yukarılara dayandığının en açık kanıtı değil midir?
Olay 1950'li yıllarda Meclis'te gündeme getirildiğinde o oturuma nedense İsmet Paşa'mız teşrif etmemiştir! Ve Çankırı
Milletvekili Kenan Çağman, kürsüden Mustafa Muğlalı'yla bir tarihte görüştüğünü, kendisine "yukarıdan"
teşvik gördüğünü belirttiğini söylemiş ve bu zatın da İsmet İnönü olduğunu açıkça ifade etmişti.
Bu kanlı olayı
Türkiye uzun yıllar sadece Ahmet Arif'in meşhur "Otuzüç kurşun" şiirinin dizelerinden anlamaya çalışmıştı:
"Turna sürüsü değil bu / Gökte
yıldız burcu değil / Otuzüç kurşunlu yürek / Otuzüç kan pınarı / Akmaz, / Göl olmuş bu dağda..."
Tek Parti dönemini sorgulamadan bugünkü olayların kaynağı anlaşılamaz. Hem daha İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın
Diyarbakır katliamına girmedik bile...