Avrupa Parlamentosunun
Türkiye hakkında rutin olarak yayımladığı
rapor bu sefer sadece gazetecilere yönelik baskılara ilişkin bölümleri dolayısıyla gündeme geldi. Gündeme gelmesiyle bu yönü dolayısıyla hemen siyasi
tartışmalara malzeme olması bir oldu.
Gerçi malzeme olmayacak gibi değil, ama onu malzeme edenlerin bu rapor geleneği içinde şimdiye kadar neyi ne kadar üstlerine alındıkları da ayrı bir ibretlik. Özellike
Kıbrıs ve Ege konusunda,
Kürt meselesiyle ilgili veya
insan hakları ihlalleri konusunda, Türkiye'deki
azınlıklar meselesinde veya
Ermeni konularında şimdiye kadarki raporlarda söylenilenler dolayısıyla bu raporlara hiç itibar etmeyen çevrelerin bugün gazetecilere yönelik uygulamalar üzerinden bir anda rapora sahiplenmeleri geçiştirilecek gibi değil.
Bir defa, bu raporlar gazetecilerle veya basın ve fikir özgürlüğüyle ilgili ilk defa bir şeyler söylüyor değil. Daha önceki raporlarda da gözaltındaki gazeteciler meselesi sıklıkla gündeme geliyordu, ama hiç birinde raporun o bölümleri dikkate bile alınmıyordu. O zaman raporun yine sözkonusu bölümleri dolayısıyla epeyce eleştiriliyordu. Daha ilginci bu sefer de o malum konulara dair yine bir sürü bölüm yer alıyor.
Raporun Türkiye'nin dış ilişkileriyle ilgili kısmında yer alan bütün konular gelip Kıbrıs meselesine dayandırılıyor ve Türkiye'nin bu konuda adım atması gereği sinir bozucu bir yaklaşımla ifade ediliyor. Aynı zamanda İsrail'den
Orta Doğu'daki konulara kadar Türkiye'nin dış politikasının AB'nin politikalarını dikkate almadan yürütülüyor olması eleştirilerek Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerini düzeltmesi isteniyor.
AB
ülkelerinin hiç birinin bu konuda belirlenmiş bir politikası olmadığı halde Türkiye'ye
tavsiye edilen bu "dikkat" de nerden çıkıyor mesela? Aslında bunu zaman zaman AB ülkelerinden siyasetçiler de
itiraf etmiyor değil. Türkiye'nin belki de AB adayı bir ülke olarak AB adına yaptığı en iyi şey belki de Orta Doğu ve Orta Asya'da uyguladığı siyasettir. Sorun çözücü, bölgesel
işbirliği ve
kalkınma öncelikli bir siyasetten AB niye rahatsız oluyor? Kaldı ki Türkiye bir çok sorunun çözümünü zaten AB'ye üye olma şartına bağlamış durumda, zira üye olmadan atacağı adımlar Türkiye'nin hiç de çıkarına değil. Üye olmadığı halde, kaldı ki üyelik şartları ve ihtimalleri gittikçe daha fazla azaltılmış olduğu halde, açıkça kendi zararına olacak bir dizi düzenlemeyi neden yapsın Türkiye?
Rapor gerçekten de bu yönleriyle tam da "milli" duygularımızı
isyan ettirecek bir rapor ve aslında Beril Dedeooğlu'nun da dediği gibi giderek Türkiye'nin AB yolundaki sabrını tüketmeye dönük
tahrik ögeleri de içeriyor.
Yine de raporun bu yönleri değil, gazeetecilerle ilgili kısımları daha fazla işlendi şu ana kadar.
Tabi işin bu kısmına gelince, tutuklanan son iki gazeteci
Nedim Şener ve
Ahmet Şık ile ilgili kısmın son anda rapora eklendiği ifade edildi.
Böyle bir raporda "bu ne acele?".
Daha Türkiye'de insanlar ne olup bittiğini anlamış değil, raporu hazırlayan Hollandalı raportörün bu konuda özel bir bilgisi mi var? Belli ki kendisinin de Türk medyasında esen
rüzgarın etkisinde kalmış olmaktan fazla bir bilgisi yok. O rüzgar insanı
hasta eder, haberi yok. O rüzgarlara birileri "vicdan" der, birileri başka bir şey der, ama bu rüzgarlar esip geçer, geriye gerçek veriler kalır.
Devam etmekte olan bir
dava var ve bu davada savcı, gazetecilik mesleğinden dolayı değil, açıklanması şu aşamada mümkün olmayan delillerden dolayı bu tutuklamaların yapılmış olduğunu söylüyor. Bunu hiç söylememiş gibi veya söylediğinden ne kast ettiği biliniyormuş gibi davranılamaz elbet, ama tabii ki, umarız ki, gerçekten eninde sonunda kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapar. "Umarız ki", diyoruz bir yandan ama aslında tutuklanan insanlar adına tam tersi olmasını da ummalıyız.
Diğer yandan aynı raporda
Ergenekon davasının Türkiye için
demokrasi ve şeffaf bir yönetimin geliştirilmesi açısından tarihsel bir fırsat olduğu da söylenip bu yönde
soruşturmanın derinleştirilerek sürdürülmesi de ifade ediliyor. Ergenekon çapında ve karakterinde her türlü entrikanın yürütüldüğü bir yapılanma hakkındaki bir soruşturmanın karşımıza çıkaracağı şeylerin bizi şaşırtması kadar normal ne olabilir? Karşımızda öyle tüzüğü ilan edilmiş, faaliyetleriyle, ilişkileri ve tarzıyla,
hesap verebilir, şeffaf bir yapı mı varsayıyoruz yoksa? Soruşturma süreci zorlu bir süreç, kafa karıştırıcı ve ikilem dolu.. Bir yanıyla eğitici bir yanıyla da asap bozucu bir süreç...
Türkiye'de gazetecilerle ilgili tartışmalar bir yana... Bu tartışmalarda gazetecilerin daha önce hiç bir örnekte yapmadıkları bir meslek veya "
arkadaş", "tanıdık", dayanışmasına son tutuklamalar üzerinden girmiş olmaları da bir yana... AP adına, AP'yi yönlendirecek bir raporu hazırlayan bir kişinin bütün bu tartışmaları alelacele ve tartışma konusunun içerdiği bütün
doğal belirsizlikleri gidererek, konu hakkında erkenden hüküm vererek rapora geçirmesi düşündürücü.
Açıkçası dava sürecinin daha başında hiç bir ihtiyat payı bırakmaksızın verilmiş bu hüküm bu tür raporların tabiatı ve mahiyeti hakkında da bir hayli öğretici olmalı. Belki de bu tür raporları fazla ciddiye almamayı veya eninde sonunda ne kadar ciddiye almamız gerektiğini öğretir.
AP'nin en kötü raporlarının Türkiye'de hangi pazarlarda nasıl alıcılar bulabiliyor olduğunu görmek de ayrı bir
ders.
YENİ ŞAFAK