Bazı gazetecilere -veya moda tabiriyle kanaat önderlerine- OdaTV'de ele geçen '
Ulusal medya 2010' dokümanından bahsetmek, hırsızı iş üzerinde enselemeye, suikastçıyı parmağı tetikte pusuda yakalamaya benziyor.
Feveran etmekte haklılar. Mesleklerinin bütün efsunu kayboluyor. Fabrikadan çıkmış heykellerin önünde ellerinde çekiç ve keski ile poz veren sahte sanatkârlara dönüyorlar. Pişkin pişkin soruyorlar: 'Ne yani, bu dokümanda yazıyor diye
Ergenekon davasına
itiraz edemeyecek miyiz?'
Yazan ne?
'Başlatılan yargı sürecinde karşı tarafın elde ettiği delillerin boşa çıkarılması, değersizleştirilmesi ve normalleştirilmesi adına
savunma makamlarının geliştirmekte oldukları argümanlar kullanılmalıdır. Bu kapsamda tespit edilecek zayıf halkalar ve iddialar gündeme taşınmalı ve davanın geneliyle özdeşleştirilmelidir. Güçlü tez ve delillerle karşı karşıya kalındığında, konunun ekseni değiştirilmeli, gri ve kara
propaganda unsurları etkin bir şekilde kullanılmalıdır.'
Bu satırlar neden hepimize çok tanıdık geliyor? Çünkü başından itibaren Ergenekon davasının sulandırılması, içinin boşaltılması faaliyetleri düzenli olarak bu tekniklere uygun yapıldı. Son örneklerden biri:
Savcı, Nedim Şener'e toplam elli soru soruyor. Dönüp hangi gazetelerin ve köşe yazarlarının, bu elli sorudan üçünü alıp 'bu soruların neresinde suç var' diye başlıklar attıklarına, yorumlar yaptıklarına bakın. 'Zayıf halkanın davanın geneliyle özdeşleştirilmesi' başka nasıl yapılır?
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 153'üncü maddesine göre, savcının bazı delilleri açıklamama yetkisi var. Bu hükmü bile bile, 50'den üçe bakarak savcıya saldırmak gazetecilik faaliyeti midir? Özgün yorum mudur?
Habertürk'te, Yiğit Bulut'un 'Sansürsüz' programında,
Mine Kırıkkanat, Ergenekon davasının hukuka aykırılığını özel yetkili mahkemeler eliyle görülmesine dayandırarak uzun uzun yağdı, gürledi. 'Özel yetkili mahkemelerle, normal mahkemeler arasında ne fark olduğunu biliyor musunuz?' diye sordum. Şaşkın, 'hayır bilmiyorum' diye cevapladı. İnsan bilmediği, hakkında en
küçük bir fikir sahibi olmadığı bir tezi ancak ezberleyerek savunur. Demek ki ezberin geldiği bir yer var.
Bu teknikler
psikolojik harp teknikleri. Psikolojik harp, Soğuk
Savaş döneminde iki blok arasındaki propaganda savaşı için
icat edildi.
Soğuk Savaş, ideolojilerle yürütüldüğü için propaganda teknikleri ve araçları, silahlardan fazla önem kazandı. Kısaca toplumların davranış, düşünce ve duygularını
kontrol etmek, değiştirmek veya yönlendirmek için çaktırmadan girişilen, yalan,
iftira,
komplo gibi kirli araçların seferber edildiği propaganda faaliyetlerine, psikolojik savaş adı veriliyor. Bu savaş türü bizde,
siyaset üzerinde
vesayet kuran askerlerin elinde Sovyetler'den ziyade halka karşı yürütüldü. Kendi halkına karşı savaş yürüten bir ordu. Ne için? Ülkeyi yönetmek ve siyaseti yönlendirmek için. Geçmişte kanıksadığımız ve son zamanlarda pek duymadığımız
laiklik ve rejim tartışmaları bu savaşın cephaneliği hizmetini gördü.
Siyaseti tanzim etme görevine göre teşkilatlanmış
Genelkurmay karargâhında, bu savaşı yürütmek üzere 'Psikolojik Harekât Daire Başkanlığı' bulunuyordu. Milli
Güvenlik Kurulu'nda 'Toplumla İlişkiler Masası' aynı görevin, kritik bir birimi idi. MGK sivilleşirken bu birimler kaldırıldı. Genelkurmay da, 'Psikolojik Harekât Dairesi'nin adını 'Bilgi Destek Birimi' olarak değiştirdi. İçeriğinden çok altındaki
imza ile şöhret bulan '
İrtica ile mücadele
eylem planı' -daha önceki 'Lahika' gibi- bu birim tarafından hazırlanmıştı.
Aynı psikolojik savaş taktiklerinin, OdaTV'de ele geçen dokümanda yer alması, kirli
iktidar mücadelesinin aynı yöntemlerle devam ettiğini gösteriyor. Soğuk Savaş sona erdi.
Ordumuz hâlâ bir Soğuk Savaş dönemi ordusu. Halka karşı yürütülen savaş, hâlâ aynı savaş. Çağın bu kadar dışında kalmak, aziz milletimize
hakaret değil mi?
Demek ki psikolojik savaş taktikleri hâlâ uygulanıyor. Peki, işe yarıyor mu? Bu soruya cevabı öncelikle, bu taktikleri bilerek veya bilmeden kullanarak Ergenekon savcılarına ve yargıçlarına karşı savaş yürüten kanaat önderlerinin vermesi lâzım.