Konu şu: 2008-2009
kriz ortamında gelir dağılımı bozulmuş, fakirlikte bir artış olmuş. Ancak buna rağmen son yapılan anketler,
halkımızın mutlu ve umutlu olduğunu gösteriyor. Sabırsız ve heyecanlı bir 'tipim' ya, hemen kendi hükmümü vereyim: Bir halk var, nasıl bir millet ise yaratana, yaratıp da koruyana
şükür, yıkılmıyor. Üzerinden kaç tank, kaç buldozer geçti ama yıkılmıyor, ayakta kalıyor. Tarihin örsünde dövüle dövüle çeliği sertleşen, böylece 'yiğidin harmanlandığı yer' olarak nam salan Anadolu'da bu
tekerlek tümsekte kalmayacak.
Bu verilere bir de tam tersinden bakanlar, onu da vereyim, sonra bu iki haberin analizine geçelim. Hayata tutunacak dalı olmayan sağdan-soldan materyalistler, 'anlamak zor,
isyan çıkacak yerden şükür sesleri yükseliyor' diye çılgına dönüyor. 'Bu halk gerçekten kurtarılmayı bile hak etmiyor' diyorlar. Hatta 'zaten güzelim Marksist hareketimizi de göbeğini kaşıyan adam yüzünden bu topraklarda tarihe gömmek zorunda kaldık' diyorlar. Hakları var. Peki ya Ayşe Teyze'nin iktisatçısı olan
Güngör Uras (namı diğer Tevfik Güngör) gibi ak saçlı büyüklerimiz bu gelişmeyi neden anlayamıyor? Bu halkı anlamadan, bu halkın ne yöneticisi, ne de
siyasetçisi olabilirsiniz.
Önce 'kötü haberden' başlayalım.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (
TÜİK) 2009 Gelir ve Yaşam Koşulları
Araştırması sonuçlarına göre, 2009'da gelir dağılımı eşitsizlik ölçütlerinden olan gini katsayısı (GK) bir önceki yıla göre 0,01 puan gibi çok az bir artışla 0,41 olarak tahmin edildi. Bilindiği üzere, GK sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, 1'e yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade ediyor. Bulgulara göre, en
yoksul yüzde 20 ile en zengin yüzde 20 arasındaki gelir farkı da 8,5 kata kadar çıkıyor. Öte yandan 'nispi
yoksulluk' hesaplamasına göre de nüfusun yüzde 17,1'i (12, 7 milyon kişi)
yoksulluk sınırının altında kalırken, kişi başı yoksulluk sınırı 815 TL olarak tespit edilmiş.
Uzman olmayanlara çok da fazla bir şey ifade etmeyen bu verileri biraz kolaylaştıralım. TÜİK araştırmasına göre, kurumsal olmayan nüfusun yüzde 60,8'i kendilerine ait bir konutta otururken, yüzde 22,4'ü
kiracı. Yüzde 87,4'ü 'evden uzakta bir haftalık
tatil' isterken, yüzde 62,5'i 'beklenmedik harcamalarının' garanti altında olmadığını söylüyor. Yüzde 82,1'i 'yıpranmış ve eskimiş mobilyalarını
yenileme ihtiyacını' gündeme getiriyor. Basının
Ergenekon amigoları anlayacak, hatta kuduracak ancak, bu veriler fukaralıktan çok, yeni dönemde artan
refah beklentisini ve değişen
tüketim kalıplarını gösteriyor. Daha çok istemenin sonu yok. Bu şikâyetler bundan sonra hiç bitmeyecek, ancak yakın gelecekte
seçmen davranışlarını da etkilemeyecek. Nitekim bu aşamada gerçeklerden ziyade köhne temennilere göre siyaset yapanları, yalılardan halkçılık yapanları rahatsız edecek veriler devreye giriyor.
TÜİK, son olarak bir de 2010 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması sonuçlarını açıkladı. Buna göre son bir yıldaki düzelmeyle birlikte, yukarıda verilen 2009'a ait tablonun kötü etkilerinin büyük oranda ortadan kalktığı anlaşılıyor. Kriz öncesine dönülmüş. Gelir dağılımındaki bozulmanın da 2010'da düzeldiğini, eski düzeye düştüğünü tahmin etmek zor değil.
Araştırma, 3 bin 440 hanehalkında bulunan 18 ve yukarı yaştaki 7 bin 27 bireyle görüşülerek gerçekleştirildi. Buna göre, ülkede bireylerin yüzde 61,2'si kendisini 'mutlu' hissediyor. Yüzde 72,8'i de geleceğe 'umutla' bakıyor. TÜİK, mutluluğu; "Acı, keder ve ızdırabın yokluğu ve bunların yerine sevinç neşe ve tatmin duygularının varlığıyla karakterize edilen durum, hayattan genel olarak memnun olma hali" şeklinde tanımlıyor.
Halkımızı, yakıtı kişi başına düşen gelirden ibaret olan bir
makine olarak görenler, mutluluk fonksiyonunu sadece buna indirgeyenler bu haberden şaşkın. Ancak bu son derece önemli konuyla ilgili olarak anlaşılması gereken çok farklı boyutlar var.
Devam edeceğim.