Anlaşılan bu
Ergenekon meselesini daha uzun süre konuşacağız.
Toplumda da maalesef muazzam bir ayrışma söz konusu.
Ergenekon siyasi bir konu, bu malum, ama sürecin her boyutunun, tarihsel boyutu da dahil, evrensel hukuka uygun bir biçimde yürütülmesi öncelikle Ergenekon ve
Balyoz süreçlerinin en
küçük noktasına kadar aydınlatılmasını arzu edenler ve bu kepazeliklerin bir kez daha yaşanmaması için uğraşanlar için hayati.
Son günlerde gündemin ana konusu hiç kuşkusuz
Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın önce gözaltına alınmaları arkasından da
mahkeme taarfından tutuklanmaları.
Bendeniz bu konuya şimdilik giremiyorum; temel nedeni de dosyaların detaylarına
vakıf olmamam.
Bugün şu ya da bu yönde söylenenlerin yarın önümüze konulmaları azımsanmayacak bir ihtimal olabilir; yegane söyleyebileceğim, ortada ciddi bir kuşku dahi olsa, sürecin
tutuklama kararı olmaksızın yürütülmesinin daha şık olacağı.
Gelelim başlıktaki ifademe yani geniş manada Ergenekon meselesine.
Geniş manada Ergenekon meselesi son senelerin bir işi hiç değil; Ergenekon ve Balyoz davalarıyla önümüze gelen konular, herkesin bildiği gibi, çok köklü bir sürecin son halkaları.
Gazetelerin birinci sahifelerinde haklı nedenlerden yeni gazeteci tutuklamaları var iken, bugün (Pazar) iç sahifelerde, bu çok sıcak güncel siyasal ortamda muhtemelen üzerinde durulmayacak en büyük Ergenekon konusuna rastladım.
Yukarıda belirttiğim gibi, Ergenekon meselesini son yılların
AK Parti aleyhtarı bir kalkışma harekatı olarak görmek çok yanlış olur; Ergenekon meselesi gerçekten bir süreç, en azından yüz senelik bir geçmişi var ve bu konunun en hassas noktası da tapu meselesi.
Evet şaşırmayın, tapu meselesinden,
tapu kayıtlarının tarihsel serencamından
bahsediyorum.
Son senelerde
tartışma ortamının perdeleri geçmişe oranla bir parça daha aralandığından, tapu meselelerini basında ucundan ucundan duymaya başlıyoruz;
Çankaya köşkünün 34 hissedarının olduğunu ilgili Sayın Bakanın isim vermeden açıklaması gibi.
Bir ermeni meselemiz var, konuyu hep 1915 senesinde nelerin olup olmadığına getiriyoruz ama esas konu, devletimizin en azından bir
ölümü için, 1915 insani felaketinden ziyade bu süreçte ortaya çıkan tapu meselesi, evlerin,
tarlaların, hatta köylerin tarihsel sahipliği,
tapuları meselesi; rum meselesinin de
özünde aynı şey yatıyor.
Bu konunun mutlaka bir de tersi, yani 19. yüzyılın bir aşamasından sonra Anadolu’ya göç eden müslümanların, Rumeli’den, Kafkaslar’dan göç edenlerin toprakları meselesi söz konusu.
Türkiye Devleti’nin bu hukuki tapu konusunun peşine düşmemesinin temel nedeni muhtemelen aynı konunun içeride de daha şiddetle tartışılmasını istememesinden.
Aynen,
İstanbul rumlarına yapılan hukuksuzluklar nedeniyle, Batı
Trakya müslümanlarının hakkını da mesela Lahey’e götürmek istemememiz gibi.
Bu konular, tapu konuları, öyle sanıldığı gibi tarihsel, önemini yitirmiş, sadece tarihçilerin ilgi alanına giren konular pek değil.
Son otuz-kırk senenin, ulaşabildiğiniz kadar geriye gidebilirsiniz, tapu-
kadastro genel müdürlerinin kimliklerine, siyasi ve bürokratik duruşlarına bir göz atın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Topraklarımızın azımsanmayacak bir bölümünden bugün hala kadastronun geç(e)memesinin de temel nedeni bu tapu meselesinin esrarıdır.
Bu tapu kayıtları meselesi üzerine benim gibi çok amatörce değil ama çok daha sistematik bir biçimde bir gazeteci, bir araştırmacı, bir
öğretim üyesi gitsin, bakın, görün, gerçek
Ergenekon nasıl bir şey.
Tapular meselesi sadece bir boyut ama önemli bir boyut; Ergenekon mantığı ve uygulamaları çok daha kapsamlı.