Bu ne birader? Hem “gazeteci tutuklamalarına” karşı çıkacaksın, hem de
tutuklu gazetecilerden bazılarının kurduğu internet sitesine veryansın edeceksin... Burada bir çelişki yok mu?
Henüz veryansın etmedim.
Birazdan edeceğim.
Kaldı ki, burada bir çelişki yok. Çelişkiyi siz kafanızda arayacaksınız...
Konu şu:
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Oda TV adlı internet sitesine “
basın özgürlüğü ödülü” vermiş... Bidon Kafa Yılmaz’ı da, “yılın
köşe yazarı” seçmiş.
Biz bu Cemiyet’i, sık sık, “Sultan
Abdülhamit sansürünü
kınama eylemlerinde” görüyoruz... “Sansür”, sadece, mezkur şahsın “devri istibdadına” özgü bir uygulamaymış gibi...
Sansür uygulamalarının tillahı olan “Takrir-i Sükûn Yasası”yla ilgili, biz bu Cemiyet’in herhangi bir itirazını hatırlamıyoruz...
Gazeteler kapatılırdı, gazeteler “kurdurulurdu”, temyizi olmayan
mahkemelerde (
İstiklal Mahkemeleri’nde) gazeteciler yargılanırdı, salkım salkım adam asılırdı... Ufunetli yıllardı.
Biz bu Cemiyet’i şekva halinde hiç görmedik.
Sıkıyönetim dönemlerinin basın yaptırımlarında da yoklardı...
Darbelerde de yoklardı...
Postmodern
darbe sürecinde de yoklardı.
Bu kadar
dava, bu kadar mahkeme celbi, bu kadar “andıç...” Hiçbir mensubun kılı kıpırdamadı... Demeç vermediler. Kınama bildirisi yayınlamadılar.
Yürüyüş yapmadılar... “Paşa emriyle” gazetecilere işten el çektirilirken, anlamsız bir suskunluğa büründüler ve sayıyla “
arazi” olmanın yolunu seçtiler.
Cemiyeti böyle de, Sendikası çok mu farklı sanki?
Odası çok mu farklı?
Konseyi çok mu farklı?
Hakkımda açılmış 100 küsur
soruşturma için,
Basın Konseyi’nden eman dilemiştim... “Biz de gazeteciyiz... Nurettin Şirin de gazeteci... Terörle Mücadele timlerinin tarassutu altında yaşayan Hasan Karakaya ve Hasan
Maden de gazeteci...” demiştim.
Karşılık bulamadım.
Karşılık olarak, adresime, “savunmanızı” şeklinde bir yazı gönderdiler.
Hulki Cevizoğlu kendisine
hakaret ettiğim vehmiyle başvuruda bulunmuş,
Basın Konseyi savunmamı istiyor.
Mehmet Ali
Birand ve
Cengiz Çandar andıçlandığında, Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti susmuştu...
Mehmet Barlas,
Ali Bayramoğlu,
Mustafa Erdoğan,
Ahmet Altan, Koray Düzgören, Ahmet Tezcan,
Yağmur Atsız,
Nazlı Ilıcak,
Etyen Mahçupyan, Yalçın Özer susturulduğunda, yine susmuştu.
Basın Konseyi de susmuştu.
Pardon, susmamıştı... Bu kuruluşun “kurucusu, yaşatıcısı ve her bir şeyi” olan
Oktay Ekşi “Alçakları tanıyalım” diye bir yazı yazmış, zaten generallerin gadrine uğramış gazetecileri “alçak” ilan etmişti.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ne soruyorum:
Basın özgürlüğü konusunda hangi katkısını saptadınız da, Oda TV’yi ödüllendiriyorsunuz?
İftira atmak, kara çalmak, siyasi
manipülasyon yapmak, darbeleri savunmak ne zamandan beri “basın faaliyeti” sayılır oldu?
Peki, nerdeyse her yazısında nefret suçu işleyen,
ırkçılık yapan, kendisi gibi düşünmeyenleri
hedef gösteren Yılmaz Özdil’in basın özgürlüğüne ne gibi bir katkısı var?
Niçin sizi, “militarizmlerin” gadrine uğramış gazetecilerin yanında göremiyoruz?
Niçin aklınıza Sultan Abdülhamit’ten başka “sansürcü” gelmiyor?
Niçin darbe yandaşlarına gösterdiğiniz toleransı, bedel
ödemiş demokratlardan esirgiyorsunuz?
Ne biçim meslek örgütüsünüz siz!