Ankara’nın Libya’daki Türk vatandaşlarını
tahliye harekatına başladığı gün
Dışişleri Bakanlığı’ndaki
kriz merkezine bir günde tam 13 bin 500
telefon gelmiş. Rakamı
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu veriyor.
Yine Bakan’ın verdiği bilgilere göre
Türkiye, dün sabah itibariyle bu ülkeden tam 22 bin 617 vatandaşını tahliye etti. Ayrıca da 52 ülkeden 3 bin 340 kişiyi de...
Davutoğlu, “Vietnamlı işçileri kurtardık Türkiye’ye getirdik, belki hükümetlerinin bile haberi yok” diyor. Devlet, asker-
sivil ilgili bütün kurumlarıyla birlikte muazzam bir organizasyona
imza attı. Hava, kara,
deniz yolundaki bütün olumlu olumsuz ihtimaller düşünüldüğü gibi bazı kamu kuruluşlarına,
bölgedeki muhtemel bir krize karşı
gıda stoklarını
kontrol altına almaları talimatı bile verildi. Hem
Türklerin tahliyesi hem de ülkedeki gerilimin bir iç savaşa yol açmaması için Libya’daki bütün aşiret liderleri ve yerel komutanlarla da temas sağlandı.
Türkiye, “yeni” ve an itibariyle fazlasıyla “kaotik”
Ortadoğu’da sadece insani
kurtarma operasyonları açısından değil, stratejik olarak da doğru işler yapıyor.
Davutoğlu’na göre Ortadoğu’da bir deprem yaşanıyor ve depremin nerede nasıl biteceği konusunda
erken konuşmak mümkün değil. Türkiye ise bu sürece, dünya tarafından “
model” olarak gösteriliyor olmasına rağmen oldukça soğukkanlı yaklaşıyor. Davutoğlu’nun çok konuşulan model tartışmaları konusundaki yaklaşımı şöyle:
“Kimseye biz modeliz demiyoruz, demeyiz de. Türkiye’nin bölgedeki gelişmelerdeki etkisi ve rolü şudur: Demokrasinin ılımlılık ve birlikte yaşamayı geliştirdiğini gösterdik. Bazı tezlerin aksine serbest seçimler radikalizmi büyütmüyor. Arap halkları da bunu görüyorlar.”
Bu noktada Türkiye’nin ABD ve
Avrupa’ya geçmişte yaptığı
demokrasi dışı tercihler açısından söyleyeceği çok şey var. Özellikle de despot rejimlerin on yıllardır
batı başkentleri tarafından
desteklenmesi konusunda...
Mesela, 90’lı yıllarda
Tunus ve
Cezayir gibi ülkelerde yapılan demokratik seçimlerin sonuçlarının kabul edilmemesine ses çıkarılmadı. ABD ile birlikte önemli Avrupa ülkeleri bu ülkelerdeki demokrasi girişimlerinin bastırılmasına göz yumdular. Destek verdiler.
Bunun yanında yakın geçmişte Filistin’de yapılan serbest seçimin sonuçlarına da sahip çıkmadılar. Dolayısıyla, Batı’nın Ortadoğu konusundaki sicili parlak olmadığı gibi, bugün bölgeye özellikle dışarıdan müdahale yapılacak olursa süreci tümden geri çevirecek bir potansiyel tehlikeyi de içeriyor.
O yüzden Türkiye, bölgeye yaklaşımlarda “objektif kriterler” uygulanmasını istiyor ve
tavsiye de ediyor. Objektif kriter, demokrasinin herkes gibi Arap halklarının da en temel hakkı olduğunu kabul etmek ve buna göre
politika geliştirmektir. Böyle yapılırsa Ankara, Ortadoğu’da
özgürlük ve güvenlik dengesi içinde demokrasinin gelişebileceğine inanıyor.
Elbette
İsrail’in işin içine karışmaması gerekiyor. Ankara bunu muhataplarına üslubunca hatırlatıyor.
Çünkü, Ortadoğu’da temel sorunların kaynağı bizatihi İsrail devletinin
kural tanımaz ve bölge ülkelerini hiçe sayan uygulamalarıdır. Türkiye de bugüne kadar gelişmeler konusunda İsrail ile temasta bulunmadı, bulunmayacak da. Bakan’a göre İsrail ortaya çıkan yeni durumu anlamıyor.
Bunun yanı sıra, domino etkisinin de öncelikle İsrail konusunda gereken tavrı gösteremeyen Arap liderleri kuşatacağı analizi de yapılıyor.
Bakan Davutoğlu’nun çizdiği perspektif Türkiye’nin bölgede yaşanabilecek bütün gelişmelere yönelik kapsamlı bir
hazırlık içinde olduğunu gösteriyor. “Bütün gelişmeler” deyiminin de bir anlamı var. Zira, deprem Libya’da durmayacak, birçok ülkeyi dolaşacak gibi görünüyor.
Ankara da bir “dış güç” görüntüsü vermeksizin, Araplarla gerçek bağlarını öne çıkararak Ortadoğu’daki çıkarlarını takip ediyor. Eski yıllarla arada önemli bir de fark var: Ankara artık kendi söyleyip kendi dinlemiyor.