Dönemin
Genelkurmay Başkanı
Org. İlker Başbuğ’un Trabzon’da yaptığı meşhur konuşmanın cümlelerine aynen sadık kalarak, ben de ondan aldığım kelimelerle, günümüz olayları ile ilgili bir değerlendirmeyi aşağıdaki gibi yazıyorum. Bakalım beğenecek misiniz?.. Bu söylem çok militari olduğu için ben beğenmedim…
Anadolu insanı, zor koşulların bireyidir. Mücadele azmi yüksek, zeki, pratik ve çalışkandır. Her şeyden önce
ülke konularına duyarlıdır. Ülkesi için de hep fedakârlık yapar.
Son zamanlarda artan toplumsal olaylarda şiddete başvurulduğunu görüyorum. Bu olaylar, hiçbir şekilde kabul edilemez. TSK, sağduyulu olmak, tahriklere kapılmamak zorundadır. TSK itidal ile hareket etmelidir. TSK’nın kucaklayıcı olmayan yaklaşımları, hiç kimseye ve ülkemize fayda sağlamaz. TSK Başkanlarının sürekli politik konuşmaları ya da darbeden yargılananları ziyarete gitmeleri, ülkemizde büyük zararlara neden olabilir ve böylesi bir durum da yalnızca düşmanlarımızı sevindirir. TSK sadece gerekli tedbirleri zamanında almak ve halkımızın güvenliğini sağlamak ve kendisine teslim edilen bir tane bile ana kuzusu Mehmetçiğin şehit olmaması için, büyük bir özveriyle görevlerini yerine getirmekle mükelleftir.
Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğunu / olması gerektiğini TSK asla unutmamalıdır. Toplumsal huzura giden yolun, din, etik, Anadoluluk ve demokratik
açılım gibi ortak değerlerimizin güçlendirilmesinde olduğunu düşünüyorum. Farklılıklara elbette saygılı olmalıyız. Ancak farklılıklara saygılı olmak, TSK’nın her zaman ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımını öne çıkarmasını da gerektirmez.
Anadolu insanı, 1984’ten beri,
olağanüstü hal ve
sıkıyönetimlerle bile bitirilemeyen ve hatta daha da büyütülen
terörle mücadeleye, hala devam etmektedir. Bu süreçte bundan nemalananlar dışında Anadolu insanı v
e devletimiz, terörden çok büyük zarar gördü. TSK, terör örgütüne karşı mücadelesini umuyoruz yalnızca yasalar çerçevesinde yapmaktadır ve ülkemizi AİHM’de sıkıntıya sokacak hiçbir
eyleme de
imza atmamaktadır. Umudumuz o ki; bundan sonra da; hukukun üstünlüğü,
hesap verebilirlik, şeffaflık ve güvenlik güçlerinin yapılan her eylem ve işlemden dolayı sorgulanır bir statüde olması, devletin bütün kurumlarınca kararlılıkla devam ettirecek temel bir
felsefe olacaktır.
TSK’nın tek görevi ve ana hedefi, terör sorununu Türkiye gündeminden düşürmektir. Bundan beslenenlerin ve bunlarla
yurttaşı korkutanların, gündemi; hep kan,
gözyaşı, kin ve nefret üzerinden oluşturma çabaları bilinmektedir. Ülkenin ve milletin bütünlüğünün korunması için; TSK’nın ve her devlet kurumun işini çok iyi ve hukuka uygun olarak yapması ve ceberut olmaması gereklidir.
Son olarak çeşitli vesilelerle değindiğim, TSK’nin içinde de konuşlanmış bir kısım organize
suç örgütü uzantılarının, Anadolu insanlarına karşı yürüttükleri ‘asimetrik
psikolojik harekât’ mı söz konusudur? Bugün, bu konulara, özellikle de üzerinde yaşadığımız 36-42 kuzey paralelleri, 26-45
doğu meridyenleri arasındaki Anadolu’mda değinmemin de özel bir anlamı var.
Herhalde TSK da ne demek istediğimi açıkça anlamaktadır. Bakınız, Türkiye’nin bulunduğu coğrafya 600 yıl 220 milyona yakın her kavimden insanı kolaylıkla idare eden ve kardeşçe sorunsuz bir şekilde yaşatmış bir coğrafyadır. Biz aptalca hareketler sonucunda, ülkemizin etrafını sorunlarla çevrili hale getirmeyi, çok zor olsa da becerebildik.
Bu coğrafyada 600 yıl boyunca, kendi alt kimliğini koruyarak ve fakat
Osmanlı olmayı da önemseyerek ve savunarak, her bir kavim ayakta kalmış ve kardeşçe yaşamıştır. Millî olmayı önemseyen ama tek başına bunu kullanmanın ve dayatmanın doğru olmadığına inanan bireyler olarak, ‘askerî gücün’ yalnızca ve yalnızca yurt savunması ile sınırlı olmasının gerekliliğine inanmaktayız. Aslım merkezi gücümüz; Anadolu erenleri,
horasan evliyaları,
Mevlana Celaladdini Rümiler, Yunus Emreler, Eba
Eyüp El Ensariler gibi manevi dinamiklerimizdir ve bunlar, hep olmaya da devam edecektir.
Bu çerçevede;
kalem, kılıçtan / silahtan on binlerce kez güçlüdür, kutsaldır ve gereklidir. Bu bağlamda; artık profesyonel orduya geçilmesi ve özel dedektiflik, özel güvenlik gibi
bedelli askerliğinde kurulması hayatidir ve ülkenin demokrasisinin beka sorunuyla da doğrudan ilgilidir.
Anadolu insanının kendine ve çevresiyle barışık yaşamaya öz güveni tamdır. Bundan kimsenin en ufak şüphesi olmasın. Türküyle-Kürdüyle, Alevisiyle-Sünnisiyle, Sağcısıyla-Solcusuyla sahip olduğumuz bu öz güven, Anadolu’ya yönelik gerçeklere ve doğrulara dayanan, ön yargılı olmayan eleştirileri her zaman saygıyla karşılayan bir yapıdadır. Buna karşın, son zamanlarda gerçek dışı olaylara ve yalanlara dayalı, ön yargılı bazı çevreler ve kişiler tarafından, hala sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemleri devam etsin diye, Anadolu insanına karşı askerimetrik sosyo-psikolojik savaşsal harekâtlar ve dolaplar mı yürütülmektedir?
Ne acıdır ki; özellikle Türkiye’de medyanın bir kısmının var oluşunun temel nedeni, gerçeklere ve doğrulara dayanmayan, ön yargılı ve özel amaç taşıyan eleştiriler yaparak, Anadolu insanını ve onun değerlerini incitmek, aşağılamak ve haksız yere her gün gündemde tutmak mıdır?
Anadolu’nun gerçek sahibi olan burada yaşayan bizlerin aleyhine kampanyalar yürütmek, andıçlar yapmak, ıslak imzalar ile kafesler hazırlamak, toplumu kamplara bölmekten başka kime ne yarar sağlar? Bu tip zavallılar için, demokrasiyi savunmanın tek çıkar yolu TSK yandaşı gibi gözükmek, TSK üzerinden
rant elde etmek ve TSK ile topluma korku salmaya çalışmaktır.
Halbuki TSK, her vesile ile demokrasinin ve hukuk devletinin yanında olduğunu açık ve seçik ifade etmektedir. İçinde bulunduğumuz bu süreçten, Anadolu insanları olarak bizler çok rahatsızız. Bu rahatsızlığımızı her vesileyle yetkili ve ilgili makamlara ilettiğimiz gibi, Tanrı’ya yakarışlarımızda da ‘beddua’ şeklinde ifade ediyoruz.
Kanımızca, bir yandan ülkesini ve milletini sevdiğini söylerken, bir taraftan da olağanüstü hal ve sıkıyönetim uygulamalarını yeniden geri getirmeyi istemek, ülke sevgisiyle taban tabana zıt bir durumlardır. Ve hiç kimse, ama hiç kimse Anadolu insanına karşı yıllardır yaptığı gibi, içeriden veya dışarıdan psikolojik harekâtlar yürütmemelidir.
Anadolu insanına ve birliğine karşı planlı ve kendi amaçları ve menfaatleri çerçevesinde haksız şekilde psikolojik harekât yürütenlere diyorum ki, tuttuğunuz yol ve bulunduğunuz yer doğru değildir. Vallahide, billahi de, tallahi de, Anadolu insanının büyük bir çoğunluğu, Trabzon’da da, Konya’da da, Batman’da da, İzmir’de de, Tokat’da da, Malatya’da da, Mardin’de de ne yaptığınızın ve yapmanız gerekip de yapmadığınızın tam farkındadır.
Son dönemde meydana gelen her terör olayında emin olmak istiyoruz ki; TSK’nın hiç bir alakası yoktur ve olmamalıdır. Her gün ortaya yenileri çıkan; Arınç’a suikastten kozmik sırlara, kafesten ıslak imzaya, lav silahlarından yeraltından fışkıran bombalara, farklı örgütlerde ele geçen
Ergenekon uzantısı bombalardan
Cumhuriyet gazetesine atılan bombalara ve balyoz belasına kadar hiçbir hatalı uygulamayla TSK’nın irtibatı yoktur ve olmamalıdır.
Terör olaylarını TSK ile ilişkilendirmeyi,
PKK destekleyicileri ve sempatizanlarının bile yapamayacağı bir uygulamayı / sistematiği artık Türkiye de kurmak tam anlamıyla gerekli değil mi? Eğer hala 25-30 yıldır bu sistemi kuramamışsak; böylesine üzüntü veren ilişkilendirmeleri ve bu amaca yönelik imalı konuşmaları, siyasiler, akademisyenler ve medya mensupları da yapar hale mi gelmektedir?
Keşke
Türkiye Cumhuriyeti tam bir hukuk devleti olsa. Her şey yasalara uygun olarak yürütse de, ciddi devletlerdeki gibi TSK Başkanları imalı konuşmasa ve dedikodu tarzında tespitlerde bulunmasa. Bizi en çok üzen ve yaralayan noktalardan biri de, TSK’ne canları emanet edilen çocuklarımız Mehmetçikler üzerinden kanlı hesapların yapıldığı şeklinde değerlendirmeleri haklı çıkarmayacak uygulamaların sistemleştirilmemesi / yapılmamasıdır.
Bu yaklaşımların insanların düşüncelerinde oluşmasına neden olanlar, yaptıklarıyla, kendilerinin ne kadar zavallı bir konumda olduklarını, açık ve seçik olarak Anadolu insanına göstermektedir. Bu kapsamda, adli makamlarımızın da bir tane bile ana kuzusu ciğerparemizin şehit olması ile ilgili aksaklık ve eksiklik olmadığını gösterme bağlamında çalışması ‘olmazsa olmaz’ sıralamamızın ilklerindendir. Elbette adli makamlar ihbar mektuplarına, özellikle itirafçıların ve gizli tanıkların verdikleri ifadelere karşı daha duyarlı ve daha dikkatli olarak hareket etmeli, böylesi rezil insanları çalıştıran kurumlarda bunları yeniden yapmama konusunda artık
yemin etmelidir.
Adli kurumlar, eğer utanmadan 28
Şubat sürecindeki gibi Karargah’a taşınmayı içine sindirmiyorlarsa, TSK de dahil olmak üzere, hiçbir kurumla bağımsızlığını etkileyecek şekilde bilgi teatisi ve iş birliğinde bulunmamalı ve buralardan asla emir ve direktifler almamalıdır. Aksinin bir anlık bile düşünülmesi, askeri vesayetin olduğu eski dönemlerdeki gibi telafisi önlenemez hukuk ihlallerine neden olabilir.
TSK, hiçbir zaman hataları örtme, suçluları koruma durumunda olmamalı, haksız ve mesnetsiz suçlamalara karşı da TSK, sadece askeri alanlarla ilgili konularda sessiz kalmayarak kamuoyunu ve vicdanını doyurucu açıklamalarda bulunmalıdır.
TSK; ‘meydana gelen bazı terör olaylarında, elbette bazen hatalar, eksiklikler olabilir’ gerekçesine sığınılmamalı, bunları; ‘görevin icrasında olabilecek
ihmalli davranışlar’ olarak nitelendirmemelidir. Hele ki de; ‘ihmal başka, kasıtlı hareket etmek başka bir şeydir’ asla dememelidir. TSK, konumu gereği durumu eleştirme makamı değil, gereğini yapma ve yerine getirme makamı olduğu için bu duruma uygun hareket etmelidir. TSK, umuyor ve arzuluyoruz ki; ihmal ve eksikliklerin olduğu bütün olayları yargıya taşıyordur. Hatta bütünüyle askerli yargıyı da mahkemeye taşıyarak, kaldırma ve yargıdaki çift başlılığı da sonlandırmak adımını da atmak istiyordur.
İman kuvveti haricinde, TSK’yi gelişmiş AB ve ABD ülkelerin ordularından ayrı bir statüsünün var olduğunu sananlar yanılmaktadır.
Ordu devlet geleneğini Anadolu’ya yamamak isteyenler, bu şekilde amaçlarına ulaşacaklarını sananlar, ne bu ülke insanlarını, ne de tarihî gerçeklerini yeterince bilmektedir.
Kendilerine, milletine ve onun değerlerine yabancılaşmış olanlar, ne yaparlarsa yapsınlar, TSK’nin hukuka uygunluğunu, çetelerle mücadelesini ve Ergenekon ile savaşını azaltamazlar. Bunları yapanların kazandığı tek şey, Anadolu insanlarının dualarında kendilerine beddua edilmesini sağlamaktan başka bir şey değildir. Artık Anadolu insanı, kendine nasıl oyunların oynandığını, nelerin olduğunu, nelerin yapılmak istendiğini çok iyi bilmektedir. Her ülkenin erenleri, STK’ları, kanaat önderleri, Anadolu dinamikleri gibi önemlerinin varlığı ve gerekliliği bilinci içerisinde, Anadolu insanı, seçtiği hükümeti ve devletinin bütün kurumlarını, dün olduğu gibi bugün de yarın da dimdik, öz güvenle ve yasalarla kendisine verilen görev ve sorumlulukları yerine getirmeye gayret edenleri sonuna kadar alkışlayacak ve yanında yer alacaktır. Anadolu insanı asla ve asla, bir daha her hangi bir
askeri müdahale ile ülkenin 50 yıl daha geri götürülmesine izin vermeyecektir.
Her vesileyle ziyaret ettiğimiz Anadolu coğrafyasının bütün illerinde yaşayan yurttaşlarımızın, aksak topal gitse de demokrasiye ve oyları ile kendi seçtiklerine olan sevgisini ve bağlılığını sıklıkla görmekteyiz. Zaten beğenmediğinde de değiştirdiğini defaatle gözlemlemişizdir. Bu, bizim için en büyük güçtür. Gücümüzün kaynağını da halkımızın sağduyusu, vatan ve
bayrak sevgisi, birbirine saygısı ve ortak güveni oluşturmaktadır.
Geçen aylarda Samsun’da, Trabzon’da, Giresun’da, Ordu’da
Karadeniz halkıyla beraber olduk. Ondan önce de Batman’da, Şanlı Urfa’da, Siirt’te, Antalya’da, Uşak’ta, Konya’da, Nevşehir’de, Çorum’da, Kırıkkale’de sevgi ve saygıyı, hem de büyük boyutlarıyla hep beraber yaşadık.
Türkiye'nin önünde elbette zorluklar güçlükler vardır. Ancak inancımız şudur ki; Anadolu insanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik beraberlik ve bütünlüğünü koruduğu müddetçe, her türlü zorluğu ve güçlüğü yenebilecek güçtedir. Gün, birlik beraberlik ve bütünlük günüdür.
Hepinize çok teşekkür ediyor ve gözlerinizden öpüyorum.
Ne dersiniz? Hoşunuza gitti mi? Azıcık militari söylemler olsa da ben de böylesi bir anlatımda bulunayım istedim.