Bir-iki ay öncesine kadar ekseni kaymakla eleştirilen
Türkiye, bugün
model ülke olarak adeta kutsanıyor. Türkiye, Arap ülkelerine model olabilir mi? Diğerlerinden farkı nedir ve bölgeye ne verebilir?
Yakından bakıldığında Türkiye’nin Araplar'dan, İran’dan ve Rusya’dan ayrılan ilk farkı demokrasinin de temellerini oluşturan ekonomideki çoğulculuğu. Hem
ürün, hem de ekonomi aktörleri açısından Türk ekonomisi çok renkli. Belki milyonlarca farklı ürün üretebiliyor. Oysa Orta
doğu’da pek çok ekonomi % 80’in üzerinde tek bir ürüne (petrol veya gaz) bağımlı. Rusya’da bile petrole
bağımlılık % 70’i geçiyor. Türkiye’de ise ne
tekstil, ne turizm ne de otomotiv tek başına ekonomiyi domine edemiyor. Çok dengeli bir dağılım söz konusu. Aynı şekilde Araplar'dan, İran’dan ve Rusya’dan farklı olarak ekonomi birkaç aileye veya bir siyasi gruba ait değil. Çok
zenginler de olmakla birlikte Türk ekonomisini on milyonlarca insan ayakta tutuyor. Çok üretken bir halka sahibiz. Birazcık
sermaye bulan köşede bir büfe açıyor ya da imalathane kuruyor. Bu çoğulculuk hem Türk zenginliğinin garantisi, hem de Türk demokrasisinin. Böylesine dengeli ve kendiliğinden büyüyen bir toplumda bir partinin ya da grubun ülkeye tek başına hâkim olabilmesi mümkün değildir.
Türk
İslamı
Türkiye’nin örnek olabileceği ikinci alan din-
siyaset ilişkisi. Türk İslamı ya da Türk laikliği diyebileceğimiz anlayış,
modern zamanların ihtiyaçları ile İslam dininin temel ilkelerinin bir arada var olabileceğinin yaşayan bir kanıtı. Türkiye
militan laikçilikten uzaklaşıp ılımlı seküler devlet anlayışına doğru evrildikçe, Türk İslamı’nın diğerlerinden farkı daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Türk İslamı halkı radikalleştirmiyor, dindarı şiddete
teşvik etmiyor. Daha önemlisi İslam’ı 1400 yıl öncede donmuş bir din olmaktan çıkarıp, günümüzün sorunları karşısında işlevsel ve kendisini yenileyebilen bir din haline getiriyor. Aslına bakarsanız Türk İslamı, takip ettiği, nispeten daha kentli Hanefi geleneği • bir devamı olarak geçmişte de böyle bir fonksiyonu üstlenmişti. Cumhuriyet’in din karşısında özgüveni arttıkça Türk İslamı hem içeride, hem de bölgemizde kendisinden beklenen rolleri oynamaya yeniden başlıyor. Diğer taraftan İran’a bakıldığında Şiilik katı bir ideoloji gibi hem içerideki rejimi radikalleştiriyor, hem de bölgede mezhep çatışmalarını körüklüyor. Aynı şekilde Suudi Vahabizmi ve diğer bazı akımlar radikal Sünniliğin kaynağı haline geliyorlar.
Mısır ve
Suriye gibi nispeten laik Arap ülkelerinde ise din ile modern
yaşam arasındaki bağlar ciddi anlamda kopmuş durumda. Kılınan namazların veya dinlenen Kuran’ların bireye ve topluma yapıcı anlamda uygulanabilir bir etkisi kalmamış gibi. Dini ritüeller farkına varılmadan Arap folklorunun parçası haline gelmiş ya da modern yaşamın zorlukları (işsizlik, kentleşme, yalnızlaşma, demokratikleşememe vb.) ile çarpışan kitlelerin elinde değişime karşı bir tür kalkan haline getirilmiş.
‘
Hayır’ diyebilen Türk
Türk ‘modeli’ni diğerlerinden ayıran üçüncü önemli özellik ise Batı karşısında kendine has özgüveni ve onurlu duruşu. Bu konuda kendimize ne kadar haksızlık yaparsak yapalım, Türkiye tüm ılımlı, sağduyulu ve pragmatik duruşunun ardında yeri geldiğinde hakkını söke söke alabilen ve gerekirse tüm dünyaya meydan okuyabilen bir ülke. Cumhuriyet’in pasifist dış politikası bile bu tür cesaret gösterileri ile dolu. Örneğin
Kıbrıs Barış Harekâtı tam bir meydan
okuma.
Ermeni sorunundan, AB ile ilişkilere kadar Türkiye Batı’yı da, Doğu’yu da şaşırtan bir gurura sahip. 1
Mart Tezkeresi’nde ABD’ye şok üstüne şok yaşatan Türkiye, İran’a
ambargo tartışmalarında yalnız kalma pahasına doğru bildiğinde ısrar edebildi. Mavi
Marmara ve ‘
One Minute’ krizleri de Türkiye’nin ilkeli ve onurlu duruşunun açık kanıtları.
Şurası aşikâr ki Türkiye gücünün çok ötesinde bir cesarete ve özgüvene sahip. Üstelik bu özgüven her geçen gün daha da artıyor. Bunu bir Arabın kolayca anlaması ve kısa sürede böyle davranması beklenmemeli. Çünkü yakın dönem Arap tarihi çok sayıda aşağılanma ile dolu. Sadece
Filistin meselesinde dahi Araplar defalarca aşağılandılar. Batı ile
işbirliği yapan Arap liderliği kendi halkına çok sert, fakat dışarıda pek bir uysaldı. Tüm bunların sonucu olarak meşru zeminlerde ‘hayır diyemeyen bir Arap
tipi’ ortaya çıktı. Meşru zeminlerde hakkını arayamayan Araplar
El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide,
Hizbullah ve
Hamas gibi örgütlerde içlerindeki aşağılanmayı patlarcasına ortaya saçtılar. İşte Türk özgüveni burada da bölgesinden ayrılıyor. Türkiye haklarını gerekirse savaşı göze alarak savunabiliyor, ancak bunu yaparken teröre ve şiddete olabildiğince bulaşmamaya dikkat ediyor. Bunun sonucu olarak Türkiye’nin Batı’yla olan ilişkisi, Araplarınki gibi ezik, ya da İran’ınki gibi düşman ilişki olmaktan çok eşitler arası ve bir ilişki. Eğer Türkiye AB’ye tam üye olarak girebilirse, Filistin’den Irak’a, Lübnan’dan Afganistan’a kadar hemen her yerde çöken Batı-Doğu ilişkilerinde umut olmaya devam edecek.
Türkiye’nin gerçek milli sermayesi olan bu farkları bir sonraki yazıda incelemeye devam edeceğiz.