Geçen hafta sonunu
Urfa (Latince Edessa,
Arapça El Raha,
Kürtçe Raha) ve
Suruç'ta (
Kürtçe Pirsus) geçirdim.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) İlçe başkanı Sayın İzzettin Aslan'ın davetlisi olarak, Oral Çalışlar ve Berat Özipek ile birlikte gittik; Urfa'da yazarlar ve hukukçularla sohbet ettik, Suruç'ta
demokrasi sorunları konulu bir panelde konuştuk.
Daveti hemen kabul ettim. Zira Anadolu'dan, hele Kürt çoğunluklu bölgeden gelen davetler ülkeyi tanımak, gündemini öğrenmek için çok değerli vesileler sağlıyor. Bu davet özellikle ilgimi çekmişti, çünkü bir
siyaset bilimci olarak tabii partilerin faaliyetlerine ilgi duyuyorum. Oysa bugüne kadar AKP dahil hiçbir siyasi partiden herhangi bir toplantıya davet almadım. Gittiğimde öğrendim ki bu AKP Suruç örgütünün düzenlediği panellerin ilki değildi ve hepsine de özgürlükçü söylemleriyle tanınan yorumcular çağrılmıştı.
Suruç ilçesinin köyler dahil 120 bin dolayında nüfusu var. Ne var ki Güneydoğu'nun potansiyel olarak en verimli ("terrarosa") topraklarına sahip, göz alabildiğine uzanan ovada 1980'lerden itibaren yeraltı sularının çekilmesi sonucunda bugün yapılabilen kuru tarım giderek halkı geçindiremez duruma gelmiş. Bu nedenle köyler boşalıyor; delikanlılar Çukurova'ya, Yozgat'a, Malatya'ya, Rize'ye mevsimlik tarım işçisi olarak çalışmaya gitmek zorunda kalıyor. Meslekten öğretmen olan İzzettin
Arslan, "
Temel mesele
gençlerin doğru düzgün eğitim görememesi, oysa
kalkınmanın başı eğitim..." diye dert yanıyor.
Ama Suruç'un kaderi yakında, hem de çok değişebilir. Urfa'dan gelip Antep'e uzanan (kaymak)
asfalt, geniş
karayolu ulaşım sorununu çözmüş. Şimdi
Fırat suyunun gelecek yıl sonunda ovaya ulaşması bekleniyor. Suyun yolda oluşu dönüm başına
arazi fiyatını 2 bin liradan 5 bin liraya çıkarmış, "Su geldiğinde kimse 10 bine de vermez..." deniyor; zira kuru tahıl üretiminden
pamuk üretimine geçilecek, çok para kazanılacak.
Suruç'un bir umudu da, (
Suriye ile imzalanan 2004 tarihli
protokol ve Başbakan'ın 6
Eylül 2010'da verdiği söz uyarınca açılması gerekirken hâlâ kapalı olan) şehrin 10 km. güneyindeki
Mürşitpınar (Kürtçe
Kobani) sınır kapısının açılması. Suruçlular sınırın hemen öteki tarafındaki Ayn El Arab şehri ve çevresindeki yakın akrabalarını görmek için
Akçakale üzerinden toplam 160 km. gidip gelmek zorunda kalıyorlar. Aileleri ve yüzyıllardır işledikleri toprakları ortadan bölen
Türkiye-
Suriye sınırı başlı başına bir hazin gerçek. Suruç'un yine başka bir umudu, sınırdaki mayınları temizleme faaliyetinin hızla bitirilerek, verimli toprakların tarıma açılması.
Her siyasi görüşten Suruçluları panelin yapıldığı 350 kişilik salonu fazlasıyla doldurmaya yöneltenin ise, demokratikleşmenin, bu bağlamda AKP hükümetinin
fren yapan "Kürt
açılımı"nın geleceğine duyulan merak olduğu anlaşılıyordu. Sorulan hepsi anlamlı ve geçerli sorulardan belliydi ki, televizyonlar sayesinde ülkenin gündemi ne ise Suruç'un gündemi de oydu. Konuşmamda demokrasiyi yerleştirme yolunda adım adım ilerlemekte olduğumuzu, bu yıl yapılacak seçimler ve ardından yapılacak yeni anayasa ile sürecin hız kazanacağını umduğumu söyledim.
Kürt sorunu konusunda esas olarak şunları söyledim: "Başbakan'ın dediği gibi, ok yaydan çıktı, inkar politikaları bitti, şimdi sıra Kürt kimliğini tanımaya geldi... Evet
PKK, Kürtlere yapılan haksızlıkların ürünüdür, ama silahlar ve şiddet artık Kürtlerin haklarını kazanmalarının önünde bir engelden başka bir şey değil... Kürt sorununu çözdüğünde, böylece Kürt yurttaşlarının
gönüllü sadakatini kazandığında Türkiye'yi kimse tutamaz!" Yaptığımız konuşmalar hararetli alkışlarla kesildi.
Panelin sonunda genç bir adam yanıma yaklaştı ve şöyle dedi: "
Şahin Bey, oğlum ilkokula başladı. Her sabah 'Türküm doğruyum, çalışkanım...' diye bağırmaya zorlanması beni ruhen bilemeyeceğiniz kadar rencide ediyor. Kürtleri, Türküm diye bağırtmak ne zaman son bulacak?!.." Ne zaman bilemiyorum, ama mutlaka, dedim.