Müslüman Kardeşler’in yöneticisi Saad el Hüseyni, “yol haritalarını” şöyle sıralıyor: “1) Cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğiz. 2) İlk milletvekili seçimlerinde çoğunluğu kazanmak için uğraşmayacağız. 3) Dört ile altı ay arasında önce parlamento, sonra
cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılsın. 4) Yeni parlamentoyla yeni anayasa ve temel yasalara el atılsın.”
MÜSLÜMAN KARDEŞLER’İN TEPE YÖNETİCİSİ, YÜRÜTME KURULU ÜYESİ SAAD EL HÜSEYNİ’DEN MİLLİYET’E ÖZEL AÇIKLAMALAR:
KAHİRE
Tarih, 19
Şubat 2011. Kumlu rüzgarların estiği bulanık sisli bir havada, cumartesi öğleden sonra Nil kıyısındaki
Müslüman Kardeşler’in genel merkezine gidiyoruz.
Nedir bu Müslüman Kardeşler?
Arapça deyişiyle:
İhvan-ı Müslümin.
Herkesin kendince bir İhvan tarifi var.
Kimi diyor ki:
“Kuruluşları 1928.
Hasan el Benna, bir öğretmen ve çok iyi bir hatip, İngilizlere karşı mücadele ed
erken İhvan’ı kuruyor. 1948’de şehit ediliyor. Yerini, manevi lider olarak alan Seyyid Kutup da yıllar sonra hapse atılıyor, idam ediliyor. Müslüman Kardeşler, Nasır ve Enver Sedat dönemlerinde şiddet eylemleri yapıyorlar. Ama sonra, Mübarek döneminde şiddetten vazgeçmelerine rağmen imajları değişmiyor. Ilımlı bir çizgiye kaymış olsalar da, içeride rejim, dışarıda
İsrail onları şiddetle özdeş göstermeyi başarabiliyor. Müslüman Kardeşler
Mısır’ı Ortadoğu’da ikinci bir
İran yapar propagandası etkili oluyor.”
Kimi diyor ki:
“Mısır genelinde okulları var, hastaneleri var, vakıfları var. İllegal oldukları için bütün bunları şahıslar ve özel şirketler üzerinden yapıyorlar. Yoksullara, yetimlere, öğrencilere
yardım ediyorlar. Sendikalarda, doktorlar ve mühendisler arasında, üniver
sitelerde güçlüler.
Devrim şehitlerinin ailelerine 700-800 dolar yardım yapmışlar.”
Erbakan, Erdoğan kafası
Kimi diyor ki:
“Müslüman Kardeşler’in kendi içinde farklı kanatlar oluşmuş durumda. Hepsini toparlayan bir liderleri yok. Kabaca şu söylenebilir: İki temel kanat var içlerinde. Biri Erbakan kafası, diğeri Erdoğan kafası... Oylarının payı yüzde 15-20’yi geçmez. Ilımlı çizgilerinde devam ederlerse, kararsız seçmenden alacakları oyla yükselişe geçebilirler.”
Askerin kapısına
kilit vurduğu parlamentonun önünden geçiyoruz. Gençlerin devrim günlerinde astığı o
pankart hala gülümsetiyor:
“Mübarek gidene kadar kapalıyız!”
Adresi sora sora buluyoruz.
“Bir ay öncesine kadar Müslüman Kardeşler’in adresini sorduğunuzda
cevap alamazdınız” diyor Şükrü
Şahin, El
Ezher mezunu bir Konyalı. Yirmi yıldır
Kahire’de yaşıyor
işadamı ve yayıncı olarak. “Onca yıl bir tek defa bu kapıyı çalabildim, o da çekine çekine... Sıkı takip vardı” diye ekliyor.
Nil’de bir adacık olan Rota’da, tozlu bir sokakta alelade bir apartmanın önündeyiz.
Müslüman Kardeşler falan diye bir
tabela yok kapıda. Daracık merdivenlerden birinci kata çıkıyor, kapıyı çalıyoruz.
Eski püskü
koltuk kanapeyle, içi battaniyeyle dolu camı kırık bir kaç dolapla çevrelenmiş bir salonda terlikle dolaşan, çay ikram eden sakallı bazı adamlar...
Pek kimsecikler yok etrafta.
Biri, kartvizitimi alıp gidiyor.
Bir süre sonra kabul ediliyoruz.
Güleryüzlü, uzun boylu bir adam:
Saad el Hüseyni.
Bir tarafı Arapça, bir tarafı
İngilizce olan kartvizitinde, Müslüman Kardeşler Yürütme Kurulu üyesi ve milletvekili yazıyor.
52 yaşında bir mühendis.
Beş çocuk babası.
‘Hanımım Türk asıllı’
Cumali
Önal, burada benimle ilgili artık klasikleşen “
Cemal Paşa’nın torunu” girizgahını yapınca gülüyor:
“Maşallah maşallah!”
Saad el Hüseyni’nin ilk sözüne gelince:
“Hanımım Türk asıllı...”
Sohbetimize gelince...
Bu kez benim klasik soruyla başlıyor:
“Mübarek’siz Mübarek rejimi ihtimali var mı? Örneğin asker yolundan saptırabilir mi devrimi?”
“İhtimallerden biri de bu. Çok zor bir dönemden geçiyoruz. Eski rejim gücünü elinde tutmak isteyebilir.
Ordunun tarafsız kalmasıdır beklenen, ağır basan... Ama yine de ince bir
siyaset oynanabilir. İki yol var önümüzde orduyla, biri orduyla birlikte
demokrasiye açılıyor.”
Ben bir başka konuya geçmek istiyorum ama bırakmıyor, Müslüman Kardeşler’in Yürütme Kurulu üyesi el Hüseyni.
Asker konusuna devam ediyor. Askere ilişkin söylemi ise dikkatli, sözcükleri özenle seçtiği belli oluyor:
“Asker acaba devrimi çalabilir mi endişesi yok değil. Ama bence zor. Eski Mübarek rejiminin kurumları hala ayakta. Ordu bugün en güçlü müessese. Bugüne kadarki tavrının tarihi bir değeri var.
Güveniyoruz orduya. Devrimin meşru isteklerini kabul ettiler, gönüllerimize su serptiler. Dürüst davrandılar. Ama endişe ve korkular yok mu, var tabii...”
‘
Polis işkence yapıyor’
Müslüman Kardeşler’in Yürütme Kurulu üyesi Saad el Hüseyni, orduyu özenle ayrı bir yere koyarken, hedefe Mübarek rejiminin kalıntılarını yerleştiriyor:
“Mübarek rejimi 25 Ocak’ı çalabilir. Kitlelere sempatik gelecek bir parti kurabilirler. Hatta adını 25 Ocak Partisi koyabilirler. Bir tabela değişikliğiyle, ince bir oyunla iktidarı ellerinde tutmak isteyebilirler. Mübarek’in polisi, istihbaratı bugün bile içeri adam almaya, işkence yapmaya devam ediyor. Biz bunları orduya bildiriyoruz,
insan hakları örgütlerine bildiriyoruz, açıklıyoruz.”
Ve şunun altını çiziyor:
“Şu an
halk devrimin etrafında kenetlenmiş durumda. Cuma günü
Tahrir Meydanı’nda iki slogan atıldı. Biri, ‘Mısır halkı ülkenin pisliklerden temizlenmesini istiyor’du. Diğeri, ‘Mübarek gitti ama rejimi hala ülkeyi yönetiyor’du. Bir de sürekli olarak, ‘Bütün vatan sathı artık Tahrir Meydanıdır’ diye bağırıldı. Mesaj çok açıktı. Pislikler temizleninceye kadar meydanlara
akın akın gelmeye devam edeceğiz.”
Aynı soruyu tekrarlıyorum, biraz da kışkırtıcı bir üslupla:
“Mısır ordusu olmasa, bu
Firavun düzeni altmış yıldır devam edebilir miydi?”
Duruyor, düşünüyor.
Belli, bu konuya girmek istemiyor:
“Bakın, ordu İsrail’e karşı savaştı. Asıl görevi sınırları korumaktı. Mübarek kendi iktidarını ordu değil, polis üstünden yürüttü. Hatta polisi, istihbaratı ordudan bile güçlü hale geldi.”
‘Ordu iyi sınav verdi’
Orduya toz kondurmuyor:
“Son dönemde iyi sınav verdi ordu. Halktan yana kullandı gücünü... En kısa zamanda seçilmiş hükümete bırakacağız iktidarı diyor ordu, ona inanıyoruz.”
Ben
Türkiye’ye getiriyorum sözü.
Asker-siyaset ilişkilerini, ‘
vesayet sistemi’ni, darbelerle anayasal düzene sokulan askerin ‘kırmızı çizgileri’ni özetledikten sonra, Mısır ordusu da, yılların ötesine giden kendi ayrıcalıklarını kaybetmemek için Mübarek’siz Mübarek rejimi için neden bastırmasın diye yineliyorum başlangıçtaki sorumu.
İlk tepkisi şu oluyor:
“Tarihin en uzun sorusu!”
“Anlamsız bir soru mu?”
“Kesinlikle anlamlı bir soru. Ama Mısır ordusu Türk ordusu gibi değil.
Evren imajı çok yaralayıcı olmuştur Türk ordusu için... Mısır ordusunun gücü ve nüfuzu olsa bile, demokrasi bakımından güven veren adımlar attı son dönemde...”
Arkasından şunu ekliyor:
“Ordunun bugün yeni siyasal yapıda yer almak gibi bir niyeti de yok, bunun için gücü de yok. Asıl amacı, iktidarı en çok altı ayda sivillere bırakıp gitmek.”
“Hiç mi kuşku yok?”
“Bazı kuşkular olabilir. Ama söylemek için erken... Ayrıca halk artık korku eşiğini aşmış durumda. Hakkını aramak için meydanlara inmeyi öğrendi çünkü... (Bigisayar ekranını çeviriyor) Bakın gençler facebook’da yeni bir site kurmuşlar, iç istihbaratın pisliklerinin üzerine gitmek için...”
“Yol haritanız nedir?”
“(1) Cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğiz. (2) İlk milletvekili seçımlerinde çoğunluğu kazanmak için uğraşmayacağız. (3) Dörtle altı ay arasında önce parlamento, sonra cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılsın. (4) Yeni parlamentoyla yeni anayasa ve temel yasalara el atılsın.”
‘Halk istemezse gideriz’
Soruyorum:
“Müslüman Kardeşler, demokrasinin en temel ilkesi olan seçimle gelip seçimle gitme ilkesine bağlı olacak mı?”
Gülüyor, kısa yanıtlıyor:
“Demokrasinin temel ilkelerine sadığız, bağlı kalacağız. Halk isterse geliriz, istemezse gideriz.”
Bir toplantıya yetişmek için mülakatı kesince, son bir soru diyorum. “İsrail’le barış antlaşması” diye başlarken sözümü kesip bir kahkaha atıyor:
“Bir
röportaj olacak da, böyle bir soru olamayacak. Siz de beni şaşırtmadınız. Bakın, iktidara gelmek uzun vadeli bir iş. Geliriz gelmeyiz ayrı konu... Ancak Müslüman Kardeşler olarak Mısır devletinin yapmış olduğu tüm uluslararası anlaşmalara saygılı oluruz. Genel olarak itirazımız var. Ancak bu konuda nihai karar halkındır, demokrasinin gereği de budur.”
Müslüman Kardeşler’in bir tepe yöneticisi ve Yürütme Kurulu üyesi Saad el Hüseyni’yle örgütün genel merkezindeki bir saatlik sohbetimiz, kendisinin bir başka yazı konusu olabilecek Türkiye muhabbeti ile noktalandı.
Kahire yazılarının beşincisi yarına...