İran'daki
gösteriler Tunus ve
Mısır'da başarıya ulaşan hareketlerden esinlenerek, onlardan etkilenerek yapılıyor. Bir bakıma domino etkisinden İran'ın payına düşen bu oluyor. Ancak İran'da olanların, Mısır ve Tunus'ta yaşananların hatta bugünlerde
Yemen,
Libya ve Bahreyn'de yaşanmakta olanların bir benzeri olduğunu söylemek zor. Çünkü İran'da muhalefet kadar
iktidarın da güçlü bir tabanı var. 14 Şubat'ta gerçekleşen gösterilerin hemen 2 gün öncesinde Tahran'da 4 milyon kadar insanın
Devrim kutlamalarına büyük bir coşkuyla katıldığı biliniyor. En azından Mısır ve Tunus'ta Mübarek ve Bin Ali'ye karşı konsensüs düzeyinde bir muhalefet varken İran'da iktidar desteği o kadar da yok olmuş değil.
İran
Meclis Başkanı
Ali Laricani, Mecliste yaptığı konuşmada göstericilerin "dış bağlantılı" olduklarını iddia ederek ABD ve Batıyı suçlarken,
muhalif liderlerin
bildiri yayınlamalarını eleştiren konuşması sırasında milletvekilleri, 'ABD'ye
ölüm', 'İsrail'e ölüm', 'Kerrubi'ye ölüm', 'Musevi'ye ölüm', 'Hatemi'ye ölüm' sloganları atarak bir gövde gösterisi yaptılar. Ölümlerini bağırarak istedikleri Kerrubi ile Musevi'nin her ikisi de Humeyni'nin gözde siyasetçileri ve Devrimde önemli rolleri olan insanlar. Devrim böylece muhalefetini kendi içinden çıkarmış ve bu da karşısında yine ürkütücü derecede asabi bir statükoyu kısa bir süre içinde şekillendirmiş. Muhalefete devletin direnmesi gerekmiyor, toplumun bütün düzeylerinde örgütlenmiş olan Devrim'in iktidarı buyurgan diliyle çalışıyor, en ufak bir eleştiriyi ve muhalefeti doğrudan "
ihanet" olarak mahkum ediyor.
Yıllar önce, Humeyni'nin sağ olduğu dönemde kendisinden sonra halef olarak ilan edilmiş olan Ayetullah Montezeri'nin "Devrimden sonra sloganlardan başka ne ürettik? Bütün aksamaların arkasından ABD'yi veya başkalarını suçlamak yerine kendi payımızı, kendi sorumluluğumuzu önce ele alalım" şeklindeki eleştirileri kuşkusuz bugün çok daha anlamlı geliyor. Montezeri tam da bu eleştirileri yüzünden, kısa bir süre içinde gözden düş(ürül)müş ve haleflik konumundan Humeyni tarafından azledilmek durumunda kalmıştı. Dahası, bu azilde kendisinin yine "dış güçler" in etkisi altında kalmış olduğu suçlaması yeterince inandırıcı farz edilmişti.
Devrimden sonra İran'ın yakalanmış olduğu bu durum Devrim kavramı hakkında tekrar tekrar düşünmemizi gerektiriyor. Bir hareketin veya ayaklanmanın veya sosyal olayın Devrim olması, onun sonunda bir cennetin, bir güllük gülistanlık ortamın bulunduğu anlamına gelmiyor. Devrim'in neye doğru gelişeceği, neye dönüşeceği o devrimin aktörlerinin beklentilerinden, tasavvurlarından, etik ve beşeri kalitelerinden bağımsız değil. Hiçbir devrim insan tabiatını özünde değiştirememiştir. İnsan tabiatında var olan ihtiraslar, iktidarın ısırıcı ve yakıcı gücü, tamah ve
rekabet duygusu bütün devrimlerin kabinde, kısa süre içinde sahneye avdet eder.
İran'da derime veya hükümete karşı gösteriler devam ed
erken bir yandan da İranlılar çevrelerinde, Orta Doğu'da, Mısır, Tunus, Yemen ve Bahreyn'de olup biteni de anlamaya çalışıyorlar. Bu olup bitenlerde kendileri için ortaya çıkabilecek riskleri hesaplamaya ve tedbirlerini ona göre almaya çalışıyorlar.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün İran ziyareti esnasında akademisyenler grubu olarak ziyaret ettiğimiz Siyasi ve Uluslar arası Çalışmalar Enstitüsü'nde (IPIS) katıldığımız "Orta Doğu'daki Son Gelişmeler ve
Türkiye-İran İlişkileri" başlıklı yuvarlak
masa toplantısında konuştuğumuz siyasi analistler, olup bitenlerde
Amerika ve İsrail'in payına dair ihtiyatlı da olsa bir iz ve etkiyi sorgulamaya çalışıyorlar. O yüzden ABD'nin Mısır'dan kolay kolay vaz geçemeyeceği ve burada eskiden beri çok güçlü olduğu için bu olup bitenlerde hiçbir paylarının olmadığına inanmanın zorluğunu ifade ediyorlar.
Biz de bu olup bitenlerin bir "sosyal deprem" olma ihtimali üzerinde duruyoruz. ABD'nin bu depreme "en erken müdahale" etme avantajı olabilir. Ama ne kadar müdahale etse de sosyal deprem Mısır'ı ve Orta Doğu'daki bütün dengeleri değiştirmiştir. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi kalmayacak ve herkesin bu yeni durumu iyi okuması gerekiyor. Durumu en iyi okuyanın süreçten kârlı çıkması kuvvetle muhtemeldir. ABD'nin bu süreçten kârlı çıkmasını yolu "en az zararla" çıkması şeklinde olacaktır, çünkü bir önceki şartlarla karşılaştırıldığında gelecekteki hiçbir düzenin eskisinden daha iyi olması mümkün değil.
3 saat içinde birçok şeyi konuştuğumuz toplantıdan bir not:
İranlı katılımcılardan biri,
Başbakan Erdoğan'ın Halkalı'da
Kerbela toplantılarına katılarak yaptığı konuşmanın İran'da şaşkınlıkla ama çok güçlü bir hüsnü kabulle karşılandığını anlatarak Şii-
Sünni eksenli gerilimlere dair endişelere değindi. Başbakan'ın Iraklılara yönelik bir konuşmasında kendisini "Sünni olarak değil bir
Müslüman olarak" ifade ettiğini hatırlattım.
Aslında Türkiye'de
Sünnilik bir kimlik bile değil, Türkiye Müslümanları Sünni olsa da Hz. Ali ve Hz. Hüseyin'in taraf olduğu tartışmalarda tercihleri kesinlikle onlardan yana ve bu da Şii-Sünni eksenli bölünmeye karşı önemli bir avantajdır.
Dolayısıyla olaya alternatif bir tarih felsefesi eşliğinde bakmanın da bu yolla mümkün olduğu söylenebilir. Kur'an sonrası tarihteki olaylara ince hakemlikler yapma şansımız yok. O yüzden kendimize bu döneme dair tarihten kimlikler ihdas etmek ayrıştırıcı olmaktan başka bir işe yaramıyor.