"Çatıda kar varsa eğer ocakta kor vardır." dedi yan masadan birisi. Söz dikkatimi çekmişti. Saçların beyazlığını ille de ihtiyarlığa yoranlara verilmiş bir
cevaptı bu.
Yürekteki kor ile
gençlik arasında irtibat kuran rahmetli
Necip Fazıl Kısakürek
üstad da benzer bir hikâye anlatır kitaplarında. Hikâyeye göre,
dede ile
torun aynı kişiye âşık olmuşlar. Her ikisi de rakibini bertaraf edebilmek için çabalarken, bir ara torun bitirici hamleyi yapabilmek adına dedesinin yaşını ileri sürer ve 'Ben gencim, senin çekilmen lazım' der. Dede refleks hızında cevabı yapıştırır: "Mademki ızdırap çekiyorum, öyleyse gencim."
Meselenin belki de en önemli tarafı bundan ibaret. Can, tende olduğu müddetçe bir şeyler yapabilmenin ızdırabıyla yanıp tutuşarak, sürekli aksiyon içinde olabilmek. Şartlara teslim olmak yerine, şartlara uygun bir mücadele ortaya koyabilmek.
Almanya'da
Ebru Televizyonu'nun açılışı ve Zaman'da çalışan
arkadaşların gayretlerine şahit olmuştum. Orada yaşayan kardeş ve hemşerilerimizin,
gazeteleri için nasıl çırpındıklarını, gazete münasebetiyle düzenlenen bazı programlara katılarak müşahede etmiştim. Bu arada ikisi Zaman çalışanı birisi de Zaman grubunda çalışırken daha sonra
Almanya'ya yerleşmiş üç arkadaş birer kitap
hediye ettiler. İsmail Bey, Türklerin Alman kültürüne uyum meselesini,
Oğuzhan Bey, Almanya'da iş yapmak isteyenlerin ihtiyaç duyacağı bilgileri derlemişti kitaplarında. Arhan Bey ise bir
roman denemesinde bulunmuştu.
İsmail Bey'le birlikte entegrasyon konusunu çalışan bazı Alman bilim adamlarıyla görüşmeler yapmıştık. İsmail Bey Türklerin Alman kültürüne uyumunu soruyor, ben ise entegrasyon konusunda, ABD-Almanya mukayesesi yapmaya çalıştığım için onların ABD politikalarına bakışını öğrenmeye çalışıyordum. Genel olarak kendilerini daha başarılı buluyorlar, "Çünkü," diyor ve ekliyorlardı: "ABD, zencileri kendi kültürüne adapte etmekte başarısız oldu."
Sorulacak ve yazılacak daha birçok şey var bu konuda. Ama arkadaşların hediye ettiği kitaplar araya giriyor. Hocaefendi'den duyduğum bir cümle, onların hakk-ı evveli olduğunu öğütlüyor bana içerden bir sesle... "Arkadaşlar zahmet edip yazmışlar. Okumazsam onlara vefasızlık etmiş olurum." demişti,
Altunizade günlerinde. Ben de bu anlayışla ABD yolunda İsmail Bey'in kitabını okudum. Kalbim minnet hisleriyle doldu. Sonrası ise benim için tam bir yeniden inşa süreci gibiydi.
Niyet-
hedef ilişkisi, hedefi büyük tutmak, onu gerçekleştirmek üzere meşru yolları noksansız olarak değerlendirmek, hedefe ulaşamazsak bile eksik kalan kısmın niyet tarafından doldurulacağına dair dinlediğimiz doyumsuz sohbetler, adeta taze kan olmuş ve damarlarımızda yüksek debili bir ırmak gibi çağlıyordu. Dünyada bir değişim ihtiyacı vardı ve bu ihtiyaca cevap vermekte geç kalmamak gerekiyordu.
Vakit tamam olmuş, Houston'da yapılacak
Türkçe Olimpiyatı seçmelerini takip edebilmek için yeniden yola koyulmuştuk. Olimpiyatların, çalışma konum açısından kayda değer bir başka tarafı vardı. ABD-Almanya uyum politikalarını mukayese etmeye çalışırken, gelinen nokta açısından bu konunun eskidiğini fark ettim. Zira Türkler açısından yeni bir süreç başlamıştı. Uyumun çok ötesinde, geleceği birlikte inşa etmek üzere son derece başarılı işler ortaya konuluyordu. Ve bu sadece Almanya ve ABD ile sınırlı da değildi.
Uçakta Arhan Bey'in romanı eşlik etti bana. Roman tekniklerine, dil ve üsluba, romanın bir bütün olarak değerlendirmesine bakacak mecalim yoktu. Kulağımda çınlayan sohbetler, hissiyat denizinde kâh hortumlar oluşturuyor, kâh girdaplara dönüşüyordu. Bu arada, "Aşkın Son Müdafaası" adlı romanıyla Arhan kardeşim tarafından kendi tecrübesine çekilip, yeniden inşa niyeti açısından kamçı üstüne kamçı yiyordum. Aklım tekrar sohbetlere kaydı. Çok defa duyduğum ama nedense ilk defa bu kadar derinden hissettiğim bir dörtlük dolandı dilime: "Bugün benim dilim lâldır. / Bu ne 'kîl'dir ne de 'kâl'dır./ Sofi söylediğim 'hâl'dır./ Medet ya Şah-ı Şirvânî"
Çatılara kar yağmışsa ocaktaki korlara üflemekte fayda var. Izdırap, o korların üstünde yalazlar meydana getirecek bir dua olabilir çünkü...