Bir
Isparta türküsünde "Bir bahar sabahı güllerden seller. /Gül açar, gül kokar burada gönüller./Gül derer, gül serer o güzel eller..." deniliyor.
Bir zamanlar da o ihlâslı eller, bu millete ilâhi bir ikram olarak sunulan "İlhâmât-ı Kur'aniye, Sünuhât-ı Kur'aniye, İstihrâcât-ı Kur'aniye ve İstinbâtât-ı Kur'aniye" olan kitapları yazıyor, yer yer gül renkli mürekkeplerle de tevâfuklar ortaya koyarak nakış nakış güzellikler sergiliyordu.
İşte bu gül devrinin uyanış destanının yaşandığı ve uyanış dinamiğinin eserlerinin yazıldığı yer olan Barla'ya bu sefer
soğuk bir kış günü bembeyaz karların kapladığı bir zamanda uğradık. Her mevsimi güzel bu beldede
kalem tutmuş ellerden, gidenlerden de kalanlardan da bazılarını bir münasebetle ziyaret etme imkânımız oldu. İslâm
köylü Hasan Efendi'nin iki büklüm haliyle bize Kur'an hakikatlerinden bir şeyler anlatma gayretleri gerçekten görmeye değerdi... O yaşta o şevk, o cehd, hepimize ve herkese ibret olmalıdır.
Arkadaşımız Mehmet
Erdal ile Arif Başçavuş'un Senirkentli Merhum Tola'lar ile ilgili hatıraları da dikkatimi çekti:
27
Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra Senirkent'te Dr. Tahsin Tola ile Ali
İhsan Tola'yı nezarete atıyorlar. Nezarethaneden evleri görünüyor. Bir müddet sonra "Haydi serbestsiniz!" diyerek bırakıyorlar. Tam evlerine giderken çoluk çocuk sevinç içindeyken tekrar
jandarmalara yakalatıp içeri atıyorlar. Bu durum üç ay tam üç defa tekrarlanıyor... Sonra Senirkent'ten Uluborlu'ya naklediyorlar. Orada işkence daha büyük!. Tek odalı bir nezaret yeri. "Tuvaletinizi de burada yapacaksınız!.." diyorlar. Günlerce işkence sürüyor. Karşıdan Jandarma Karakolu'nun atlarının altının her gün bir er tarafından temizlendiğini görüyorlar. Bir gün "At kadar değerimiz yok!" diye hayıflanıyorlar ama "
Bedduaya izin yok." diyerek haklarında beddua etmeye dilleri varmıyor. Ama öbür gün bakıyorlar, atların ölüsünü dışarı çıkarıyorlar. Hepsi de ölmüş!.. Sonra bunları kırık camlı bir yere atıyorlar. Önce hiç olmazsa içeriye hava giriyor diye seviniyorlar. Ama kim vurduya gitmekten korkup sabaha kadar
teker teker
nöbet tutuyorlar. Bir hafta aç bırakıyorlar. Senirkent'ten evlerinden gönderilen yiyecekleri de vermiyorlar. Bir hafta sonra Ondokuzuncu Mektup'ta geçen Peygamber Efendimiz'in (sas) mucizeleri üzerine konuşurken, bir kadının et yemeği içine attığı
zehirle Efendimiz'i (sas) öldürme teşebbüsü üzerinde müzâkere sırasında, gardiyan kendilerine haşlanmış bir et getiriyor. Hemen o zehir meselesi akıllarına geliyor; yemeyip dışarı atıyorlar. Onu yiyen kedi ve köpekler anında kıvranmaya başlayıp ölüyorlar. O gardiyan evine gidiyor, kızı ile münakaşa ediyor. Kız zehir içip
intihar ediyor. Bunun üzerine hâkim telaşa kapılıp başıma bir şey gelmesin diye hepsini serbest bırakıyor.
Bu hatıraları yâd ederken Mehmet Kırlı Bey, yanında bulundurduğu 2
Nisan 1970 tarihli iki fotoğrafı
hediye etti. Bunlar Ali İhsan Tola, Mustafa Tortop ve Hasan Karaer'in kelepçeli vaziyette iki jandarma arasında Senirkent
Hükümet Konağı'ndan çıkış anını tespit ediyor. Bir fotoğrafın arka planında ise Tevfik Kuru ile müezzin
Ramazan Korkut'un görüntüleri var.