Bu kadar yoğun
delil karşısında bile utanmadan manipülasyona devam ediyorlar.
Balyoz sanıklarının avukatlarının ne dediği hiç önemli değil.
Zira bu avukatlar Balyoz'un gerçek olduğuna yürekten inansalar bile gerçeği söylemeye yetkili değiller.
Çünkü
kanun gereği avukatlar müvekkillerinin aleyhine olabilecek hiçbir girişim ve beyanda bulunamazlar.
Ortaya çıkan
darbe belgelerini
TÜBİTAK,
Polis Kriminal, hatta Askeri Savcılığın teşkil ettiği bilirkişi heyeti bile doğrulamış. Yani gerçek bilimselleşmiş.
Tanklar kapıdan içeri girmeden, millet iradesi tam olarak katledilmeden, postalların altında
demokrasi can vermeden ikna olmuyorlar.
Hâlbuki Dev-Sol, DHKP/C,
PKK ve
Hizbullah davalarında
Ergenekon ve Balyoz davalarındaki delil örgüsünün onda biriyle mahkûmiyet kararları verildi bu ülkede.
Kılıçdaroğlu, Ergenekon'u klasik
örgütlenme ve
eylem tarzına sahip, bazı saldırıları üstlenip
basın açıklaması falan yapan, TV'lerde zaman zaman boy gösteren PKK, DHKP/C gibi bir örgüt sanıyor.
Ergenekon ve türevlerinin, orduya paralel yapılanmalar olduğunu, devlet içi ve dışında odaklandığını, çoğu unsurunun eşlerinin bile statülerini bilmediği gerçeğinden habersiz.
Hukukun gösterdiği bilimsel gerçeklere siyasal malzemelerle muhalefet etmek, politikacının ciddiyetini yok eder.
***
Donanma Komutanlığı'ndan çıkan belgeler olmasaydı bile tutuklama şartları mevcuttu.
Ama donanmada gizli bölümden çıkan belgeler, delillerin gizlendiğini açıkça ortaya koydu.
Delilleri yok etme, gizleme, değiştirme konusunda kuvvetli şüphe varsa
tutuklama kararı verilir.
Bu konuda kuvvetli şüpheyle ilişkili en önemli grup ise
muvazzaf subaylardır.
Zira oldukça etkili konumlarıyla büyük birliklere hükmetmektedirler. Bu sebeple muvazzafların delillere etki etme şüphesi,
emekli olanlardan çok daha kuvvetlidir ve isabetlidir.
Bu şüphenin ne kadar haklı olduğu 17
Şubat tarihli BUGÜN Gazetesi'nin
manşet haberiyle bir kez daha ortaya çıktı. Sanık iki emekli generale ait delillerin kuryeyle yok edildiği görülüyor.
Delillerin yok edilmesinde rol sahibi subaylar şimdi
tutuklu.
Böylesine vahim bir delil kaybının birinci sorumlusu Savunma Bakanı'dır.
Cunta
soruşturmasında
açığa alma tedbiri uygulanmayacaksa hiçbir suçta açığa alma tedbirine mahal yok.
Askeri
bürokrasi içinde işlenebilecek en ağır suç budur, bundan ağırı yok.
Kasten adam öldürme suçunun cezası müebbet hapistir. Ama darbe kapsamındaki suçların cezası ağırlaştırılmış müebbettir. Yani idam cezası yerine ikame edilen ceza.
Yani kanun koyucunun cana kıymadan daha vahim gördüğü bir durum söz konusu.
Şu husus nettir: Darbe suçlarında tutuklama yapılmadan delillerin karartılmasını, gizlenmesini engellemek mümkün değildir.
Darbeye yönelik suçlarda her zaman delillerin karartılması şüphesi en üst düzeyde oluşmuş durumdadır.
Tanık bulamazsınız,
evet şöyle şöyle planladık ama olmadı diyecek bir
ekip bulamazsınız, belgeleri kucağına alıp savcıya veya mahkemeye teslim edecek bir muvazzaf bulamazsınız.
Dikkat edin. Sivil alanda gerçeği aramıyorsunuz,
sivillere, sivil otoritenin denetimine, hatta cumhurbaşkanlığının denetimine bile kapalı bir alanda sonuç almaya çalışıyorsunuz.
Elinde mahkemenin
arama kararıyla 3. Ordu'ya sokulmayan C. Savcısı Osman
Şanal gerçeği var.
Ankara'da elinde mahkemenin arama kararıyla 2,5 saat nizamiye kapısından içeri alınmayan savcılar tablosu var.
Bir türlü ifadesi alınamayan
Org. Saldıray Berk gerçeği var.
TSK adına Ergenekon tutuklusu emekli orgenerali ziyaret eden bir
korgeneral gerçeği var.
Elinizde sadece 4 anahtar vardır: İsimsiz gelen ihbarlar, ani aramalarla bulabileceğiniz dokümanlar,
teknik dinleme ve tutuklamalarla bulabileceğiniz delillerin kararmasını engellemek.
Tutuklama tedbirine başvurmadan silahlı bürokrasi içinde cunta araştırması yapamazsınız, soruşturma ve yargılamada mesafe katedemezsiniz.