Ergenekon soruşturması kapsamında bir internet sitesine yapılan
baskın karşısında hem
CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu hem ABD
Ankara Büyükelçisi Frank Ricciardone’in ayarı bozuldu.
Kemal Bey, sınırlarını zorlayıp selefini geride bıraktı, avukatlıkla yetinmeyip Ergenekon’a
gönüllü üyelik istedi.
6 aydır atanması senatoda sorun olan bizim
Amerikalı Frank ise şöyle dedi: “Balyoz’u dikkatle izliyoruz.
Basın özgürlüğünden söz ederken
gazetecilerin gözaltına alınmasını anlayamıyoruz.”
Frank’i sahiplenmek yine devşirme gazetecilere düştü, “
büyükelçiden
demokrasi dersi” türünden güzellemeler yaptılar.
Washington’dan tartışmaya katılan
Beyaz Saray sözcüsü
Philip Crowley de “Gazetecilerin yıldırılmasına yönelik eğilimlerden geniş kaygılarımız bulunuyor” diyerek zücaciyeciye giren fil gibi ortalığa savruldu.
Oysa tarihin en önemli
belge bombardımanını yapan Wikileaks sitesinin kurucusu
Julian Assange için Crowley “O bir anarşist” demişti. Devamı var: “Assange gazetecilere tanınan hakları ve korumayı hak etmiyor.”
Hani basın özgürlüğü, nerde kaldı sevgili Crowley? Bu kafayla, Türkiye’de olanları elbette anlayamazsınız. Çünkü: Tetikçilik, çetecilik,
iftira,
hakaret, yalan ve dolan, Türkiye’de asla basın özgürlüğünün kapsama alanına girmez.
Amerika için bir şey diyemem...
Kaldı ki, büyükelçiyi de çok masum görmüyorum. Açıklama için Genelkurmay’ın bile gerisinde kalan bir anlayışla
akreditasyon uyguladıktan sonra
Cumhuriyet,
Radikal,
Milliyet gibi gazetelerin temsilcilerine konuşması manidardır.
Oradan biri çıkıntılık yapmasın diye ekleyelim, davetliler arasına Zaman’ın alınması sadece durumu kurtarmaya yöneliktir. Zira, diğer gazete temsilcilerinin “
yandaş” yaftalamasıyla bizzat büyükelçi tarafından listeden çıkarılması, nasıl bir zihniyeti temsil ettiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Büyükelçiyi böyle bir tutum takınmaya iten temel neden, atanmasını zorlaştıran senatörlerin “Türkiye’ye giden büyükelçi hükümete entegre oluyor” serzenişlerinden kurtulma çabası mı, Hakan Fidan’ın MİT
Müsteşarı olarak atanmasından önce ve sonra
İsrail/MOSSAD kaynaklı üfürük haberlerin, MİT’i aşağılayan, Müsteşar ile
İran veya cemaat arasında
köprü kurulması yönündeki dış kaynaklı yalan yayınların artık tedavülden kalkma ihtimali mi, bilemem.
Ama bir rota sorunu yaşadığı ortada...
Panik Odası
Kemal Bey’e gelince...
Şaşkın ve panik halde, “ailece dinleniyoruz” diye feryat etmeye başladı,
Çetin Soysal “3 bin kişi dinleniyor, listeyi gördüm” balonuyla
lojistik destek verdi.
Peki ne oldu da Kemal Bey’in ayarı bozuldu?
Duydum ki,
mahkeme kararıyla
teknik takipte olan
Soner Yalçın dinlenirken Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı 4 ayrı
telefon konuşması kayda geçmiş. Bu konuşmaların biri çok önemli ifadeler içeriyor, diğerleri ise ilkini tamamlayıcı nitelikte...
Muhabbetin özü ise Halk TV’nin Yalçın’a
satışı ile ilgili.
Operasyon günü Deniz
Baykal ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun alelacele bir araya gelmesinin sırrı, şimdi daha iyi anlaşılmış oldu.
Malum, Halk TV’nin çoğunluk hisseleri Baykal’ın kayınbiraderine ait. Ancak, partiden fonlanarak ayakta kalması sağlanmış.
RTÜK mevzuatına göre, hiçbir siyasi parti TV kanalı açamaz, kaynak aktaramaz.
Ama Kemal Bey, CHP
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özpolat’ı Soner Yalçın’a göndererek, Halk TV’nin satışını pazarlıyor. Bu esnada Kemal Bey, Baykal’la ilgili ifadeler kullanıyor mu, bilmiyorum.
Satış işleminin Yalçın’la ilgili kısmı, “Ergenekon’un medya ayağını oluşturma girişimi” olarak değerlendiriliyor.
Kılıçdaroğlu ve CHP açısından ise sorun şu: RTÜK mevzuatına aykırı biçimde partiden Halk TV’ye kaynak aktarımı...
Soruşturma tamamlanınca, dosyanın CHP ve Kılıçdaroğlu ile ilgili bu bölümü, Ergenekon kapsamında değerlendirilmeyip tefrik edilerek ayrı bir
dava konusu haline getirilebilir. Böyle bir davanın hukuki sonuçları ne olur, ilgililer baksın.
Kemal Bey’in panik odasına girmesinin kısaca nedeni bu...