Ankara Temsilcimiz Adem
Yavuz Arslan, 11
Şubat 2011 tarihli köşesinde ilgi
çekici bir bilgiyi afişe etti.
"Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi (
MGSB) nam-ı diğer 'Kırmızı
Kitap' geçtiğimiz yılın son günlerinde; 28 Ekim'de değişti.
MGSB'nin yeniden yazım çalışmaları sürerken '
sivil' güvenlik ve istihbarat birimlerince bir
rapor hazırlandı.
Orada 2007 Haziranından bu yana yaşanan gelişmeler değerlendirildi ve "hükümeti/
demokrasiyi ıskat ve ilga" faaliyetlerinin 'tehdit' olarak yer alması konusunda
öneri hazırlandı.
Fakat nihai metin, sivillerin ağırlığına rağmen bu öneriden yoksun çıktı.
Başbakan Erdoğan ve
AK Parti hükümetinin demokrasi dışı oluşumlara karşı duruşu ortada iken
darbe girişimlerinin tehdit olarak görülmemesini anlamlandırmak zor.
Acaba, hangi gerekçe ile 'hükümeti/demokrasiyi ıskat ve ilga' tehdit olarak görülmedi?"
Arslan'ın "Kırmızı Kitap ile ilgili verdiği bu çarpıcı bilginin o zaman beni şaşırttığını
itiraf etmeliyim.
Ancak Haber Müdürümüz
Güngör Ergün'ün bugün kaleme aldığı
manşet haberimiz artık beni bu tür sürprizlere karşı şaşırtmıyor.
Demek ki, askerin vesayeti konusunda bazı çevreler, yeni
Türkiye gerçeğini ve
demokratikleşmede sağlanan ilerlemeleri halen okuyamıyor.
Zihnen ve bedenen 28 Şubat günlerinde kalmışlar...
Askerin rahatsızlığını bahane ederek, askerin hükümete darbe çalışmasını suç olmaktan çıkarmaya girişmenin nasıl bir izahı olabilir?
Aslında gazeteci
Fikret Bila Milliyet gazetesinde yayınlanan 31 Temmuz 2010 tarihli yazısında "
kanunsuz emir" konusunda ön çalışma yapıldığını kaleme alıyor.
Söz konusu çalışmayı asker hukukçular, YAŞ öncesi
Milli Savunma Bakanlığı için hazırlamışlar. Rapordan da anlaşılacağı gibi " kanunsuz emir" uzun süredir üzerinde çalışılan bir
kurtarma formülü.
İyi ama böyle bir kanun değişikliğinin yapılması halinde, sadece bir tane orgeneral veya daha alt rütbeli bir asker riske atılarak her zaman ihtilal planları yapılmasının yolu açılmış olacak.
Zira yalnız ilk emri veren suçlu olacak, emir verdiği kişiler ise cezadan kurtulacaklar.
Askerin yönlendirmesi ile böyle bir adım atılması halinde, hükümetin bugüne kadar ki demokratikleşme söylem ve eylemleri inkâr edilmiş olur.
Yakın geçmişte sivil yönetimlere karşı yapılan darbe ve
muhtıra girişimlerine de meşruiyet kazandırır.
Seçimler öncesi birkaç bakanın önayak olması ile gerçekleşiyor bile olsa, böyle bir değişiklik partiye ciddi zarar verir.
Hatırlarsanız,
Balyoz Darbe Planı'nda son tutuklamada sayının 163 olmasına bazı gazeteciler özel göndermeler yaptı.
Yıllardır mütedeyyin kesimlerin
mağdur olduğu ve
merhum Özal'ın kaldırdığı bir maddeydi.
Daha ilginci bu maddeyi de bir yanlış hesapla Adnan
Menderes ve Demokrat Partililer de desteklemişti.
Sonuçta uygulamadan en fazla kendi tabanı mağdur oldu.
Umarım bir merkez sağ partisi eliyle bu millete yeni bir 163 krizi yaşatılmaz.
Umarım bu tarz bir kurtarma formülüne önayak olanlar, milletin geleceğine pranga vuran bir işin içinde olduklarının farkına varırlar.
Yoksa tarih önünde de halkın gönlünde de mahkûm olmaktan kurtulamayacaklar.