Yukarı kattakilerin birbirleri ile kıran kırana
kavga etmelerini anlamak kolay.
Siyasette de, ticarette de ayakta kalmak kolay değildir.
Birinin kazanması için diğerinin kaybetmesi gerekir.
Hiç
iktidar olamadan hayatlarını tamamlamış
siyasetçilerin listesini yapın...
Bir dönemin süper zenginleri arasında isimleri geçen müflis işadamlarını hatırlayın...
Ama yukarı kata çıkmayı ne düşünen ne de bunun için gerekli atılımları yapanların, mesleklerini icra eder ve günlük yaşamın sorunları ile uğraşırken kendilerini yukarı kattakilerin kavgalarına kaptırmalarını anlamak kolay değil.
Bunun bir nedeni bunların hayal dünyasında yaşamaları olabilir.
Bu durumun çok somut örneğine yıllar önce
Ankara'da rastlamıştım.
Bir isim yüzünden...
Yokluğuna hâlâ alışmadığım sevgili arkadaşım ve meslektaşım Yılmaz Çetiner'le 1965'te Ankara Palas'ın lobisinde oturuyorduk.
Yanımıza
Galatasaray camiasının yaşlılarının hatırlamakta zorluk çekmeyecekleri Petit
Suat geldi.
Nefes nefeseydi... Oturdu yanımıza, anlatmaya başladı.
- Başıma geleni gördünüz mü? Cumhurbaşkanı Sunay beni Çankaya'ya davet etmek için bir görevliyi göndermiş buraya... "Suat Bey burada mı" diye sormuş görevli. Beni bulamayınca o sırada burada bulunan Suat
Hayri Ürgüplü'yü Çankaya'ya davet etmişler. Şimdi bu hata yüzünden o
Başbakan oldu, ben olamadım.
O sırada
İnönü Hükümeti düşmüş ve
seçime kadar görev yapması için Suat Hayri Ürgüplü'ye yeni hükümeti kurma görevi verilmişti.
Petit Suat, İbsen'in Per Gyunt'ü gibi hayaller dünyasının insanıydı.
Örneğin
Birleşmiş Milletler'e Genel Sekreter seçilirken "Acaba bana da
teklif gelir mi" diye heyecanla izlerdi gelişmeleri.
Yukarıdaki hayalciler
Aslında "Yukarı"ya çıkmayı başaran ama "Yerel" konumlarını unutup güçlerini abartanlar da vardır.
1970'lerin sonunda rahmetli Turan
Güneş gazetedeki odama geldi.
- Vehbi Koç'la Sakıp
Sabancı kavga etmişler. Bizim mahallenin bakkalı aralarına girmiş. Onları barıştıracakmış, dedi...
Tabii Turan Güneş'in bu sözleri güldürdü beni...
Sordum:
- Turan Bey, ne demek istiyorsunuz?
Turan Güneş masanın üzerindeki gazeteyi alıp, bir haber başlığını gösterdi.
Bu haberde Başbakan Bülent Ecevit'in, ilişkileri sertleşen ABD ile Sovyetler Birliği'ni uzlaştırmak için kendisinin araya girebileceğini söylediği yazılıydı.
Çok partili demokrasiye geçtiğimiz günden beri iktidar olmak için birbirleriyle yarışan siyasetin yukarı kat mukimlerinin kavgalarını anlayabiliyorum.
Neticede bu kavga sonunda seçim sandığına dayanır. Yani "
Devrim" değil "Değişim" beklenir demokraside...
Medya kavgaları
Kendilerini bu kavgaya kaptırıp, birbirleri ile can düşmanı olan aktif siyaset dışı mesleklerin sahiplerinin dürtülerini anlayamıyorum.
Aslında çalıştıkları gazeteyi siyasi parti,
maaş bordrosunu da üyelik listesi zanneden meslektaşların kavgaları da sonunda "Benim patronumun çıkarları senin patronunun çıkarlarından daha önemlidir" çizgisine oturmaz mı?
Yani kendimizi yukarı kattakilerin kavgalarına fazla kaptırıyoruz.
Geçen gün aktardığım dizeleri bunlar için tekrarlamak istiyorum: "Kimseler fehmetmedi manasını davamızın Biz dahi hayranıyız davayı bi manamızın"
Günümüz Türkçesi ile bu dizelerin anlamını da hatırlatayım:
- Davamızın manasını kimseler anlamadı; biz ise hiçbir manası olmayan davamızın hayranıyız...