Balyoz darbe planı davası
tutuklularının yakınları ve avukatları mücadeleyi
mahkeme salonunun dışına
taşımayı hedefliyor. Demokrasi ve hukukun sınırladığı alanlarda istediklerini yapabilirler.
Bu sınırlar içinde kalıp kalmadıkları da
adalet mekanizmasının sorunu. '
Adil yargılamayı etkileme' girişimlerinden kendini korumak yargıya düşer. Ben
iletişim stratejisi ve kamuoyu algısı yönünden konuya yaklaşmak istiyorum. Yapılan hatalara dikkat çekmek, böylece tekrarını önlemek arzusundayım. Kabul ederlerse yakınlarına bilâbedel iletişim danışmanlığı hizmeti vereyim.
Bir;
Genelkurmay Başkanlığı'nı sıkıştırıp, "
Türk Silahlı Kuvvetleri,
demokrasi, hukukun üstünlüğü ve anayasal değerlere bağlı bir kurum olarak, aksi yönde yapılan telkinlere rağmen, yargı sürecini
sabır, sükûnet ve itidalle izlemektedir." türünden açıklama yapmak zorunda bırakmayın. 'Aksi yönde yapılan telkinler' ibaresi haklı eleştirilere yol açtı. Daha önceki tutuklama ve yakalama süreçlerinde yaşanan tuhaflıklar, sanıkların lehine değil aleyhine dönüyor. Hakkıyla
beraat alsalar bile mahkemenin
baskı altında bu kararı verdiği ileri sürülecek.
İki; 'rutubetli odalarda kalıp
makarna mı yiyecekler?' yollu serzenişler kamu vicdanında ters etki oluşturur.
Yaşlılık kastıyla söylenmiş olsa bile buram buram seçkincilik kokuyor. 'Biz yıllardır makarna yiyip rutubet teneffüs ediyoruz' diyecek kitleler baştan kaybedilmiş olur. Ayrıca
kanun önünde herkes eşit, traktörüyle
tarla dönüşü
kaza yapıp ölüme sebebiyet veren 70 yaşındaki Hasan emmi aynı şartlarda cezasını çekiyor. Hatta Balyoz sanıklarının nispeten imtiyazlı olduğunu hepimiz biliyoruz.
Üç; Türk Silahlı Kuvvetleri için 'kâğıttan kaplan' benzetmesini dillendiren siyasilere
prim vermeyin. Adaletin kestiği
parmak acımaz.
Yargı karşısında hiç kimse kâğıttan bile olsa kaplan değildir. Mahkemeye karşı kimsenin kaplan olma hakkı savunulamaz. Vergi memurları yargılandığında
Maliye Bakanlığı veya polisler yargılandığında Emniyet Teşkilatı kaplanlık taslıyor mu? Hele duygusallığa kapılıp, "Türk ordusu istediği zaman darbe yapar." gibi cümleler kurmak kör göze parmak sokmak anlamına gelir. Beşiktaş'ta yolu trafiğe kapatan tutuklu yakınlarını Samanyoluhaber'de seyrettim, ağızlarından dökülen bu cümleler ürperticiydi. İçerdekilere yapılacak en büyük kötülük, dışarıda darbe savunuculuğuna soyunmaktır.
Dört; 'karşı taraf' olarak gördüklerinize
hakaret etmeyin. Hakaret ve
saldırgan üslup tezleri zayıf insanların son sığınağıdır. Ağzınızı bozdukça tezlerinize değil, suçlamalara güç verirsiniz. Çetin Doğan'ın kızı ve
bilim adamı damadı
Dani Rodrik bu hataya çok düşüyor. 'Ahmet Aldatan, Yasemin Cıngar ve Mehmet Bulanıksu' ifadeleri Ahmet Altanları yıpratmaz; bilakis Balyozcuları
küçük düşürür.
Beş; bilhassa
Gölcük Donanma Komutanlığı'nda çıkan belgelerle ilgili ikna edici argümanlar geliştirilmeli. 'Bunlar çöplük' ya da 'birileri getirip koymuş' tarzında çocuksu savunmalar kamuoyu desteğini kazandırmaz. Kimse
İstihbarat Şube başkanının odasına 43 klasör belgeyi birilerinin yerleştirdiğine inanmaz. Dünkü Sabah'ın manşetinden sonra bu ihtimal iyice ortadan kalktı. Görevli
subay ve astsubayların ifadeleri, taşıma ve yerleştirme fiilinin bilinçli ve emirle olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Altı; hâkim ve savcıları eleştirebilirsiniz ama hakaret ve tehdit aksülamel yapar. Kararın okunmasından sonra "Bu gece çocuklarınıza iyi sarılın" türünden gözdağı verme girişimleri hukuken de stratejik olarak da yanlış. 'Güçlü paşalara meydan okuyan cesur yargıçlar' algısını pekiştirirsiniz. Kimseyi yanınıza çekemezsiniz.
Bizden şimdilik bu kadar. Beni dinleyeceklerine de çok ihtimal vermiyorum ama çorbada tuzumuz olsun.