Balyoz dersleri


Balyoz Darbe Planı davasında mahkeme 163 sanığın tutuklanmasına karar verdi. Tutuklanması istenenler arasında eski kuvvet komutanları, çok sayıda muvazzaf ve emekli subaylar bulunmakta. Anlaşılan o ki dava dosyasındaki yeni bulgular tutuklama kararını mecburî hale getirdi. Meseleye nereden bakarsanız bakın tarihî bir dönüm noktasında olduğumuz aşikar. Hukuk tarihimizde bir ilk; çünkü askerî darbe planı yapmakla suçlanan komutanları hiçbir sivil mahkeme yargılayamamıştı. Şimdi darbe planına dair ortaya çıkan bilgi ve belgeler nedeniyle en üst düzey komutanlar hukuka hesap veriyor. Tabii ki zanlılar hakkında şimdiden "suçlu" ya da "masum" demek mümkün değil; ancak darbenin hukuken bir suç olduğunun tescillenmesi açısından Balyoz Davası hayatî önem taşıyor. Demokrasimiz açısından da çok önemli bir sayfa açıldı. Bu ülkede askerî darbeler adeta otomatik bir sisteme bağlanmış gibiydi. 1960 Darbesi, demokrasimizi yerle bir etmiş, bir başbakan ve iki bakanı darağacına göndererek demokratik iradeyi sindirmişti. Halk bu despotluğa boyun eğmediğini ancak sandıkta gösterebildi. 1971'deki muhtıraya kadar cuntalar darbe teşebbüsünden vazgeçmedi. '71 Muhtırası demokrasiye duyulan inancı bir daha sarstığı gibi askerî vesayeti iyice güçlendirdi. '80 Darbesi'nin meşrulaştırılması için "şartların hazır hale getirilmesi"ne hep beraber şahit olduk. Binlerce insanımızı teröre kurban verdik ve kaotik ortamdan kurtulabilmek uğruna 12 Eylül'e razı olduk. 28 Şubat post modern darbe 90'lı yıllardaki "balans ayarı" sayıldı ve Türkiye askerî darbenin gölgesinde yaşamaya mahkum edildi. 10 yıllık periyotlarla askerî darbelerin kanıksandığı bir ülkede şimdi askerî yetkililer darbe planlamaktan dolayı adalet huzurunda hesap veriyor. Sırf bu manzara bile demokratik sistemin hukuk zaferidir. Tabii ki sanıklar içinden suçsuz bulunanlar, beraat edenler çıkabilir; ancak binlerce sayfalık darbe dokümanının hukuk karşısında hesap vermesi çok önemli... Balyoz planını sulandırmak için yoğun bir çaba sarf ediliyordu. Onca belgeye rağmen sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranan medya grupları sanık yakınlarının tek yönlü propagandasına borazanlık yapıyordu kimi zaman. Gölcük belgeleri bile kara propagandacıları durduramadı. O belgelerin daha öncekilerle aynı olduğunu iddia ettiler. Sanki ne değişecekse? Tabii ki aynı olacak, benzer olacak, tamamlayıcı olacak, teyit edici olacak... "O belgeleri başkaları yerleştirmiştir!" bile dediler. Oysa bahsedilen yer Donanma'nın Gölcük'teki tesisleriydi ve istihbaratın kalbiydi. Kozmik odaya 9 çuvallık darbe belgelerini yerleştirmek mümkün mü ki? Maksat sulandırmak olunca, kara propagandayla kamuoyunu yanıltmak hedeflenince devreye çocuklar, damatlar, yandaşlar, yoldaşlar, candaşlar vs. katıldı. Oysa etrafı velveleye vermeye gerek yoktu. Sonuçta dava adaletin elindeydi ve yargı eldeki belgelerin ciddiyetine değer biçecek, o belgeler eşliğinde karar verecekti. Nitekim öyle oldu. Mahkeme iddia makamının yeni bilgi ve belgelerini tekrar değerlendirdi ve çok sayıda sanığın tutuklanmasına karar verdi. Demek ki ortada fasa fiso bir iddia yoktu. Kanun adamları olaya yakınlık-akrabalık, hısımlık-hasımlık çerçevesinden bakmaz; bakamaz. Onlar önlerine gelen dosyadaki somut suçlamalara, o ithamlara dair somut delillere bakar; bakmak zorundadır. Sabredip beklemek lazım. Hâkimler eldeki deliller doğrultusunda tutuklama kararı verdi. Sanıklar kendilerini savunacak. En sonunda adalet tecelli edecek. Endişeye gerek yok; demokratik bir ülkede hukuk işliyor. Ve tarih bugünlere yepyeni bir sayfa açıyor. Diyor ki: Darbe sadece etik bakımdan büyük bir ayıp değil; hukuk açısından da büyük bir suçtur. Hukuk herkesi eşit bilmeli; herkes de hukuka saygı duymalı. [email protected] Genelkurmay'ın hukuka saygısı Onca askerin adalet huzurunda hesap vermesi Genelkurmay için de zor bir dönemi işaretliyor. Vaktiyle bazı Genelkurmay başkanları ve yetkilileri zanlıları savunan beyanlarda bulunmuştu. Yaşar Büyükanıt'ın Şemdinli sanığı hakkında, "Tanırım, iyi çocuktur." demesi fevkalade yanlıştı, yargı üzerinde de baskı oluşturmuştu. Yaşar Bey, Şemdinli savcısının meslekten atılmasını bizzat kendisinin istediğini de itiraf etmişti üstelik. Ordunun bu beyanlar nedeniyle itibarı mı artmıştı? Hayır. Tam tersine orduya duyulan sevgi ve güven azalmıştı, tenkitler çoğalmıştı. İlker Başbuğ, "yargıyı etkileme" konusunda tartışılmaz bir performans(!) gösterdi. LAW silahlarına "boru" dedi, "AKP ve Gülen'i Bitirme Planı"na "kâğıt parçası" dedi. Araştıracağız diyerek savuşturduğu dosyaların kapağı bile açılmadı. Karakol baskınları, Heron ihanetleri üzerine ortaya atılan iddialar... İlker Bey hep tribünlere oynayıp meslektaşlarından alkış devşirmeye çalışırken TSK'nın itibarına dokunacak icraatlar yaptı. Parmağını sallaya sallaya medyayı tehdit etti, vesaire... Ne oldu? TSK yıprandı, yargıya güvenemiyor imajı verildi. Genelkurmay Başkanlığı, Işık Koşaner döneminde netameli işlerin ortasına atılıp siyasî parti gibi davranmıyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum'un darbe kışkırtıcısı sözlerine, "TSK'yı siyasete karıştırmayın" diyerek modern bir ordu yönetimini gözler önüne serdi. Balyoz davasındaki duruş, ordumuzun hukuka saygısını, adalete güvenini vs. açığa çıkarıyor. Bu duruşu içine sindiremeyenler bir dönem, "Ordu Göreve!" pankartlarıyla dolaşan zevatın ta kendisidir. O hastalıklı anlayış, ordumuzu siyasetin içine çekiyor, hukuku hiçe sayacak bir noktaya sürüklüyordu. Artık o dönemlerin bittiğini görüyoruz. Devletin bütün kurumları gibi TSK da yargıya saygı duymak, bütün çağdaş demokrasilerde olduğu gibi aslî vazifesini yapmak zorunda. Bu haliyle Türkiye, sadece Ortadoğu'ya değil, dünyaya örnek olmaktadır. Darbe dönemi -hatta şayiası- devam etseydi bu ülkenin demokratik, laik, hukuk devleti olarak tanınması imkânsızdı. Ve eski haliyle kalsaydı, bu ülkenin alnından "Üçüncü Dünya Ülkesi" mührünü silmek mümkün değildi... Medyanın bir söylemi daha çöktü Gazeteci Mustafa Balbay, "Ben hapishanedeyim. Darbe yapmakla suçlanan komutanlar dışarıda!" diyerek önemli bir çıkış yapmıştı. Haklıydı. Bu nedenle basından da bu söz büyük destek almıştı. Demek ki manzara vicdanları yaralıyordu. Şimdi Balyoz davasında Balbay'ın bahsettiği komutanlar da tutuklandı. Böylece, "Balbay içeride komutanlar dışarıda" söylemi çöktü. Şimdi göreceğiz, o söylemi kim meseleyi sulandırmak için, kim adaletin çarklarındaki haksızlığı eleştirmek için kullanmış. Sivil toplum firavun dinlemiyor 21. yüzyıl sivil toplum yüzyılı. O gücün karşısında silahlı/silahsız hiçbir kuvvet duramıyor. Kamu vicdanı yapılan haksızlık ve zulüm karşısında, "Yeter" dediği an her şey duruyor ve daha özgürlükçü bir kapı aralanıyor. 30 yıldır iktidarı elinde tutan Mübarek'in zoraki gidişi bu gerçeği bir kere daha tescilledi. Halk vicdanını görmezden gelenlerin kulakları çınlasın...

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER