Dün Cuma’ydı, baş döndürücü bir trafiğin ortasında yazının başına oturduğumda bir önceki gün, aynı saatlerde,
İstanbul Belediye Başkanı
Kadir Topbaş’ı kabul eden BM Genel Sekreteri...
...Ban Ki-Moon’un yanında olduğumuzu anımsadım... Tam dört yıldır BM Genel Sekreterliği yapan 67 yaşındaki Ban Ki-Moon’un çok parlak bir kariyeri var... Yarım saatlik görüşme sırasında bizleri çok sıcak karşılayıp uğurlayan Ban Ki-Moon’un çok kesin bir çalışma planı olduğu, beş dakikalık bloklara bölünmüş bir rutini sürekli uyguladığı, günde beş saat uyuduğu ve işe asla geç gelmediği söylenir...
Öyle ki Kore’de çalıştığı yıllarda sadece kızının düğünü için resmi izin almış. Tüm dünyayı BM tarassut kulesinden seyreden Ban Ki-Moon’un yanı dün, belki de kendisinin Uzakdoğulu olmasından yayılan sükûnet nedeniyle
Türkiye’de bulduğum aşırı yüksek voltajlı ortamdan sanki daha huzurluydu...
Öyle ki konuşmalar sırasında duvardaki Matisse imzalı goblenden, masadaki
Polonya sularına birçok detayı gözlemlemeye rahatlıkla
vakit bulabildim...
***
Dokuz saatlik
yolculuk ertesinde İstanbul’a vardığımda öyle yoğun bir gündemin içine düştüm ki sanki dünya kamuoyu adına tüm gelişmeleri izleyen BM Genel Sekreteri’nin toplantı odasındaki geçici sükûneti arar oldum. Kahire’yi terk eden ama hala iktidarda ve Mısır’da kalmaya direnen
Hüsnü Mübarek geçiş sürecini de zorlaştırıyor, bir sonraki planı uygulamaya hazırlanan asker ile
halk arasındaki köprülerin de atılmasına ortam hazırlıyordu...
***
Akşamüstüne kadar
KKTC’deki gelişmeler ikinci sıradaydı... Oradaki altı aylık Büyükelçimizin görevden alınıp, akçeli işlerden sorumlu heyetin başkanının yeni
büyükelçi olarak atanması, işlerin hem uluslararası kamuoyunda, hem de KKTC’de gittikçe zorlaşmasına neden olacak gibi görünmekte...
KKTC’nin “
egemen bağımsız bir devlet” olduğuna Türkiye’den başka inanan yoktu... Anlaşılan o ki artık
Ankara da buna inanmadığını alenen sergilemekte... Ayrıca çok uzun zamandır buraları üretimden iyice kopararak
transfer harcamalarına bağlamaya yönelik “devlet politikası” sonuna gelmiş bulunuyor... Şimdi bunu suhuletle dönüştürmek yerine sertlikle başarmaya çalışmak nasıl bir sonuç doğurur, kestirmek zor... Hep söylerim, askeriye KKTC’yi kurarken aynı Birinci Cumhuriyet’in zaaflarıyla kurdu... Sanırım şimdi o yanlışların sonuna gelindi. Zaman içinde “
ekonomik akıl” gerekeni yapmadığı için, “kurtardığımızı” iddia ettiğimiz KKTC halkı ile Ankara arasında öngörülemeyecek bir süreç başlayabilir...
***
Yazı öncesi ise
Balyoz Davası ve Mehmet Haberal’a ait haberler atak yaptı, gündemde iyice öne çıktı...
Balyoz Davası’nda savcının,
Gölcük Deniz Üssü’nde ortaya çıkarılan yeni belgeler ışığında, içinde eski kuvvet komutanlarının da bulunduğu 186 kişinin tutuklanmasını istemesi; ayrıca Mehmet Haberal’ın hastanesinin değiştirilmesi, “sağlıklı” olduğuna dair raporları saklamaktan hemşire ve astsubayların gözaltına alınması da
Ergenekon Davası’nı, “flaş” gelişme olan
Balyoz Darbe Planı Davası mertebesine ulaştırdı. Ergenekon’un da, Balyoz’un da, hukuksal süreci tamamen kapatmak için yanıp tutuşanların aksine her zaman aynı hızla olmasa da her daim devam ettiğini, bunu sağlayan iradenin her şeye rağmen hız kesmeyeceğini bir kez daha gördük.
***
Ama tık nefes olmuş bir şekilde bunların peşinde koşarken bir yanım da
Diyarbakır’daydı...
Ergenekon ve Balyoz’daki irade beyan eden gelişmelerin aksine, Diyarbakır’da izlediğim
dava yadırgatıcı bir haldeydi... Çünkü... Mehmet Şerif Avşar 22
Nisan 1994’te Diyarbakır’da kaçırılarak öldürülmüş, davanın son aşamasında JİTEM’ci
çavuş Gültekin Sütçü’nün azmettirici olduğu belirlenmişti. Türkiye bu arada Avşar Ailesi’nin konuyla ilgili AİHM’de açtığı davada 148 bin TL’lik tazminata mahkûm olurken, Sütçü cinayetten 12 yıl sonra 29
Ekim 2006’da Bulgaristan’dan Türkiye’ye girerken yakalanmıştı.
Gültekin Sütçü, Diyarbakır 3. Ağır
Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıktı. Mahkeme heyeti Sütçü’nün olay tarihinde askeri
personel olması nedeniyle
görevsizlik kararı vererek
dosyayı askeri
mahkemeye gönderdi. JİTEM’ci
uzman çavuş Gültekin Sütçü, Diyarbakır’da Şerif Avşar’ı sorgulayıp öldürdüğü iddiasıyla 7.
Kolordu Askeri Mahkemesi’nde yargılandığı davada “deliller toplandı” gerekçesiyle
tahliye edildi ve dosya yargılamanın askeri mi
sivil mahkemede mi yapılacağına karar verilmesi için Ankara Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildi.
Gültekin Sütçü o aşamada firar etti...
Ama dün Diyarbakır’da yargılan biri vardı:
Diyarbakır eski
Baro Başkanı ve şimdiki
CHP Genel Sekreteri
Sezgin Tanrıkulu... Bu kararı eleştirince hakkında dava açılmış,
Adalet Bakanlığı da bu davaya izin vermişti...
***
Bir önceki gün BM Binası’nda bir yanında Matisse’li goblen bulunan Genel Sekreter’in ortalıkta
küçük Polonya suları bulunan toplantı odasındaki sükûneti arar hale geldim... Orası, dünyanın merkezi olmasına rağmen, benim dünkü Türkiye gündeminin peşindeki soluk soluğa halimden çok daha sakindi çünkü...