Libya Devlet Başkanı Muammer
Kaddafi 41 yıldır iktidarda.
Ali Abdullah
Salih 32 yıldır
Yemen’i yönetiyor.
Hüsnü Mübarek 29 yıldır Mısır’ı yönetiyor. Ülke 44 yıldır
olağanüstü hal yasalarıyla yönetiliyordu. 58 yıldır hep aynı askeri grup iş başında.
Sudan’ın başındaki Ömer Hasan El Beşir tam 21 yıldır o koltukta.
Cezayir’in başında ise 11 yıldır Abdülaziz Buteflika var. 46 yıldır aynı parti iktidarda.
Bir de
krallar var. Ürdün’de Kral 2. Abdullah
babasından aldığı koltukta 11 yıldır oturuyor, ölünceye kadar oturmak bir yana daha şimdiden çocuk yaştaki oğlunu kendisinden sonra
tahta hazırlıyor. Zaten babası da koltuğu dedesinden almıştı. O ise İngilizler'den.
Suudi Kralı Abdullah 5 yıldır iktidarda. Kardeşi Fahd 29 yıllık hükümranlığın ardından ölünce yerine geçti. Fahd da tahtı bir diğer kardeşinden almıştı.
Suriye’de ise 41 yıldır aynı parti,
Baas Partisi iktidarda. Önce baba
Esad’la başladı.
Hafız Esad 30 yıl boyunca
ülkeyi inleterek yönetti. Oğul Esad ise 11 yıldır iktidarda. Daha yumuşak, fakat nihayetinde ülke hala bir
aile ve onun çevresindeki ailelerce yönetiliyor.
Tunus Devlet Başkanı Abidin
Bin Ali 23 yılın sonunda ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. Fakat
yönetim aynı tas aynı hamam devam ediyor. 65 yıldır ülkeyi aynı dar ve radikal grup
demir yumrukla yönetiyor.
***
Bekleneceği üzere ekonomi ve
siyaset yukarıda saydığımız birkaç kişinin ve ailelerinin elinde. Gelir dağılımı felaket. Belki eğitim bir çıkış kapısı sağlayabilirdi, ancak eski sömürgecileri gibi yeni ‘kurtarıcılar’ da halka eğitim sunmakta pek bir cimriler. Mısır’da okur yazar oranı yüzde 60’lara kadar düşüyor.
Kadınlarda durum daha fena. Mısırlı kadınların yarıdan fazlası karşıdan gelen otobüsün üzerindeki yazıyı bile okuyamıyor. Yemen’de okur yazar olmayan erkeklerin oranı yüzde 50. Kadınları hiç sormayın. Yemen böyle, Cezayir şöyle böyle. Medeni dünyada
okuma yazma bilmeyenlerin oranı yüzde 1-2’lerde dolaşırken
Ortadoğu’nun en iyilerinde bile bu oran yüzde 10’un üzerinde.
Sivil
toplum, kadın hakları, internet kullanma oranı ve daha pek çok veri açısından aldığımızda Ortadoğu tüm dünyanın ortasında büyük bir
çukur gibi duruyor.
***
Ortadoğu’nun bu şekilde gitmeyeceği açık. Zaten Batı’yı kaygılandıran da bu. Bölgede Batı açısından hayati görülen Sürdürülebilir Batıcılık bu şekilde giderse mümkün görülmüyor. Böyle bir Ortadoğu bizim de işimize gelmiyor. Yanı başında ‘dev bir çukur’ ile yaşamak hiç kolay değil. Bu nedenle
Türkiye bölgenin sosyal, iktisadi ve siyasi açılardan
ıslah edilmesini istiyor. Türkiye son 8 yıldır vizelerin kaldırılması, gümrük engellerinin kalkması için çırpınıyor. Maksat Ortadoğu bataklığını her geçen gün biraz daha kurutabilmek. Fakat bu iş zor ve
Tahrir Meydanı’nda birkaç gösteriyle, ya da Tunus’ta bir gencin kendisini yakmasıyla hallolacak bir iş değil. Demokrasi için de, bölgesel işbirliklerini kalıcı hale getirmek için de Ortadoğu ülkelerinde bir neslin yetiştirilmesi gerekiyor. Bu ise bir yandan krallarla ve diktatörlerle çalışmayı, diğer yandan zemini şiddet ve istikrarsızlığa sürüklemeden kaydırmayı gerektiriyor. Başka bir deyişle yıkıp dökerek Ortadoğu’da bir şeyler düzelmez, aksine arızalar derinleşir ve dış dünyanın müdahalelerine daha açık bir hale gelir. Çelişki gibi gelebilir, fakat Türkiye bölgeye katkı sağlarken çok az konuşmalı, çok fazla çalışmalıdır.
Bu şartlar altında Türkiye hiç kimseye
model değildir. Henüz
Ergenekon gibi içindeki zehirleri boşaltamamış, hukuk devletini tüm unsurlarıyla kuramamış bir ülkeyiz. Biz kendi modelimizi inşa etmeye çalışıyoruz. Böyle bir ülkeyi alıp Suriye’ye, Mısır’a veya Tunus’a model diye sunamayız. Olması gereken ilham vermektir. Türkiye’nin
demokrasi ve
kalkınma yolculuğu
ümit vericidir. Türkiye bu yolculukta en önde gidiyor. Türkiye bölge için tıpkı bir kutup yıldızı gibi. Bırakalım birileri bölgeyi zorla değiştirmeye kalkacaksa kalksın. Bizim yapmamız gereken sınırları kaldırmak, insanları kaynaştırmak, yatırım yapmak, okul açmak, ilham vermek. Daha fazlası değil. Şimdilik...