4-6
Şubat tarihleri arasında 22 devlet ve hükümet başkanı ile elli kadar
ülkeden 350 siyasetçi, akademisyen ve güvenlik uzmanının katılımıyla 47.
Münih Güvenlik Konferansı gerçekleşti. Ekonomik küresel sorunların ele alındığı
Davos konferanslarına benzediği için Münih Konferanslarına “Güvenliğin Davos’u” adı veriliyor.
Hitler karşıtı
Alman Direniş örgütünün önemli isimlerinden olan asker ve yayıncı Ewald-Heinrich von Kleist-Schmenzin’in 1962 yılında Wehrkundetagung adıyla kurduğu
platform, 1999’dan itibaren Münih Konferansı olarak anılmaya başladı. Uzun yıllar transatlantik ilişkilerin
tartışmalarına sahne olan Konferans, 1990 sonrasında Doğu-Batı
Avrupa sorunlarına yoğunlaştı. 1999’dan sonra tartışma bölgelerine
Asya ülkeleri de dahil oldu, 2001’den günümüze kadar da terörizm konuları yoğunluklu tartışma konuları haline geldi. Konferansın bu seneki konusu ise “Uluslararası Güvenlik Politikası yeni beklentiler önünde: Finans
krizinden Siber Savaşlarına” olarak saptandı. Bu geniş konu çeşitli boyutlarıyla ele alınmış olsa da, toplantıya Start Anlaşması ile
Mısır’daki gelişmeler damgasını vurdu.
Nükleer silahlarda indirimi öngören
anlaşma Nisan 2010’da ABD ile
Rusya arasında imzalanmıştı ve 5 Şubat itibarıyla her iki ülke parlamentosunda da onaylanarak yürürlüğe girdi. Konferansa denk gelmesi, nükleer silahların denetlenmesi, indirime gidilmesi ve denetimsiz nükleer silahlanma konusundaki endişelerin bundan sonra daha
baskın bir
politika haline geleceğinin göstergesi oldu.
Fransa,
İngiltere ve Çin’deki nükleer silahların da bundan sonra konu olacağı tahmin edilebilir ve tabi
Kuzey Kore,
İsrail,
İran ve
Pakistan gibi bir dizi ülkedeki silahların ya da olası silahların yeni güvenlik tartışmalarının odağındaki yerini kaybetmeyeceği söylenebilir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde İran’ın durumu daha keskin tartışmaların konusu olacak gibi.
Konferansa damgasını vuran diğer konu olan Mısır ise, güvenlik konuları kapsamına
İslam toplumları, sürdürülebilir istikrarlı yönetimler ve
ekonomik sorunlar gibi başlıkların girmesine yol açmış gözüküyor. Toplumsal güvenlik ile küresel güvenlik konularının ne denli ayrışmaz olduğu ortaya çıkmış olmalı ki, artık devlet liderleriyle kurulan işbirliklerinin güvenlik sağlamaya
hizmet etmeyeceği konusunda neredeyse görüş birliği oluşmuş durumda. Bununla birlikte, konu Mısır olduğunda herkesin derdinin başka olduğunu gösteren çıkışlar da olmadı değil.
Kara Avrupası, Kuzey Afrika’daki istikrarsızlıkların kendilerine yönelik yeni bir göç dalgası yaratmasından korkuyor. Ayrıca halkı yerinde tutmaya yarayacak ekonomik yardımlar yapılmasının gereğine inanılıyor, ancak hem ekonomik kriz nedeniyle herkes neredeyse sadece Almanya’ya bakıyor hem de bu yardımların hangi siyasi gruplara gideceği belli olmadığından çekinceler ileri sürülüyor. İngiltere daha çok Süveyş’in kaderine konsantre olurken ABD bir yandan İsrail’in kaderini öte yandan Arap dünyasındaki olası demokrasiye geçiş modellerinin kendisiyle ne oranda
işbirliği içinde çalışacağını hesaplıyor. ABD, bölgede değişecek yönetimlerin Çin, İran ya da Rusya’dan
destek almasının önüne geçmeye çalışırken Avrupa’nın da yeniden burnunu olaylara sokup bir çuval inciri berbat etmemesine çabalıyor. Kısacası Doğu Akdeniz’in stratejik değeri üzerinde yeniden bir mücadele olacağı ve belki Kıbrıs’ın da bu bağlamda yeniden ele alınacağı söylenebilir.
Bu türden stratejik hesapların yapılıyor olmasında yeni bir durum yok. Ancak halkların, hele ki Arap ve çoğunluğu
Müslüman olan halkların fazlasıyla dikkate alınmasının gereğine yapılan vurguların önemli bir gelişme olduğuna dikkat çekilebilir.