Bu iş güvenliği ile Avrasya'nın üretim üssü olamayız


Bir yandan küresel düzen, öte yandan da oligarşi adeta halkımızı ezme konusunda birbiriyle yarışıyor. Bize de ikisinden birini seçmek kalıyor. Önce ekonomi cephesinden başlayalım. Küresel rekabet baskısı altında sıkışan sanayici, rekabet ve kâr aşkına her şeyi mubah görmeye başladı. 'İşin ucunda kâr varsa gerisi teferruattır' yaklaşımını her yerde görmek mümkün. Sanayi Bakanlığı, çok iddialı bir sloganla daha yeni Sanayi Strateji Belgesi'ni açıkladı. Türkiye, Avrasya'nın üretim merkezi olmayı hedefliyor. Acaba buna sevinelim mi, üzülelim mi? Türkiye bunu, mahallelerin içine gömülmüş olan Davutpaşa, Karadon madenleri, OSTİM, halkın bahçesine kadar gömülen zehirli atık üssüne dönen Dilovası standartlarıyla mı yapacak? Türkiye iş kazalarında Avrupa'da birinci, dünyada ise ikinci durumda. Kelimelerin bitip tükendiği bir yerdeyiz. Büyüklerin merhametine sığınmıyorum, kurumları ve kuralları arıyorum. Piyasa ekonomisi bir kuralsızlık meşheri değil. Güçlünün ya da Ankara kapılarında sıkı lobicilik yapanların düzeni olmamalıdır. Çevre Bakanlığı, Rekabet Kurumu, Sanayi Bakanlığı ve tabii ki yargı, kısaca denetleme ve düzenleme kurumları nerede? Bu kadar facialar olup bitiyor, hangi konu sonuçlandırıldı, ne tür cezalar verildi, duydunuz mu? Şimdi bu verilerden sonra Türkiye'nin, Avrasya'nın üretim merkezi olmaya talip olması sizi de ürkütmez mi? Çevre, insan sağlığı, şehirleşme, güvenlik vs. bu zihniyetle ne hale gelecek? Yüzümüz sözde AB'ye dönükken, üretim ve rekabet standartları Çin'e özenilerek konulursa, sonumuz nice olur? Değişimi, bilgiyi, inovasyonu sektiren işadamı da hükümeti denetimsizlik ve standartsızlık konusunda sürekli irtifa kaybetmeye zorluyor. Bu yüzden AB projesi Türkiye için çok önemli. ABD'de ortaya çıkan 2008-2009 küresel krizi, bu denetim ve düzenleme açığından çıktı. Ancak konu finansal sektörde yoğunlaştığından anında patlak verdi ve hızla görülebildi. Oysa Türkiye'de yaşanmakta olan çürümenin etkisi ancak nesiller sonra ve bir daha telafi edilemeyecek tarzda ortaya çıkabilir. Hükümeti, bu konuda emanete sahip çıkmaya davet ediyorum. Öte yandan Türkiye'de çirkin yüzünü göstermeye devam eden ekonomideki bu vahşi kapitalizmin siyasetteki karşılığı, oligarşinin baskı ve özgürlük düşmanlığı şeklinde gelişiyor. Geçen hafta CHP'li Prof. Hurşit Güneş'in 'Kürtler sonunda kucağımıza oturacak' dediği ileri sürüldü. Güneş de bunu yalanladı. Bize de buna itibar etmek düşer. Ancak aslında CHP'nin destek verdiği statükoya bu ifade uygun düşüyor. Gerçekten de ya kandırarak ya da korkutarak halkı darbecilerin insafına bırakmak konusunda CHP bir hayli maharetli. Örneğin Tek Parti diktatörlüğünün Alevilere reva gördüğü zulüm biliniyor. Buna rağmen Kılıçdaroğlu gibi operasyonlara araç olan kişiler sayesinde Aleviler CHP'nin arka bahçesi haline getirildi. Esasen hiçbir şey söylemeden, CHP şimdi de yaklaşan seçimlerde Kürtleri istismar etmek için basit Süleyman Demirel demagojilerine sığınıyor. CHP her şeye rağmen istediğini elde edemezse Cumhuriyet mitinglerinde denedikleri gibi, militan bir azınlığı kışkırtıp sokaklara döküp ayaklandırma şantajı yapıyor. Seçime doğru giden bir ülkede kendi varlık nedenlerini inkâr, ülkeyi de tehdit ediyorlar. Ve tabii ki yargıçlar bütün bu kan, kin, kaos projelerini seyrediyor. Öyle ya, açık açık niyet olsa da, kaosa çağrı yapılsa da henüz eylem yok, değil mi efendim! Evet, iktisadi olarak bu çirkin ve vahşi kapitalizme nasıl itiraz nasıl ediyor ve lafı eğip bükmeden hükümeti uyarıyorsam, siyaseten halkı 'kucağa oturtma' projesine itiraz ediyor, Bremen mızıkacıları gibi her kafadan bir ses çıkan CHP'yi ciddiyete davet ediyorum.
<< Önceki Haber Bu iş güvenliği ile Avrasya'nın üretim üssü olamayız Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER