Önceki yazımızda Osman hocamızın, on kişilik bir grupla yaptıkları haccı, şahsîlikten çıkarıp ümmetin haccı yapma gayretlerinden soru-
cevap şeklinde bahsetmiştik.
Meseleye aynı minvâl üzere devam edelim:
-Hac mevsiminin kalabalığında her gün tâ Ten'im'e gidip ihramlı olarak iki defa
umre yapmak nasıl mümkün oluyordu?
-Gerçekten kolay olmuyordu. Bilhassa taksiciler, ilk zamanlar kişi başı beş riyal isterken, zamanla yirmi otuz derken 200-300 riyale kadar çıkardılar. Bazen binerken bir
fiyat, yolda anormal bir fiyat söylüyorlardı. İnip yola yayan devam ediyorduk. Sonra
Mina ve oradan Arafat'a çıkacağımız gün (13
Kasım 2010) fıkıh kitaplarında pek bir hüküm bulamadık ama, dünyanın her tarafındaki fedakârca
hizmet eden adanmışları en başta düşünerek hizmetin şahs-ı manevîsi adına umre yapmak üzere anlaştık. Ama tek derdimiz nasıl
araba bulup
akşam namazına Kâbe'ye yetişecektik. Hem de bu en kalabalık günde... Yola çıktık, bütün arabalar geçip giderken, iri jip tipli
siyah renkli bomboş bir araba önümüzde duruverdi. Fiyat sorduk, araba sahibi işaret parmağını havaya kaldırarak sustu. Ne dediğini, ne demek istediğini anlamadık ama şoförün öyle
temiz ve mütebessim bir hali vardı ki, gayri ihtiyari arabaya yöneldik; biz binerken o da "Rahman'ın misafirlerinin ücreti ödendi" nevinden bir şeyler söyledi. Bize nereye gideceğimizi sordu. Umre için Ten'im deyince "Bizim mezhepte bugün umre olmaz ama siz Hanefi'siniz. Benim
İmam-ı Azam'a büyük bir sevgim ve saygım vardır. O diyorsa, bir bildiği vardır." dedi ve bize "Siz biliyorsunuzdur ama" diyerek, umre ve hac hakkında
ayet ve hadislerden çok güzel şeyler anlattı. Aslında bugün hiç dışarı çıkma niyeti yokmuş ama sanki bir güç onu zorlamış, bizi görünce de dayanamayıp durmuş. Zaten Türkiye'ye ve yeni yetişen gençlere hayranlığı varmış. Ten'im'e gitmek için Mescid-i Haram'ın önündeki caddeyi kullanmak gerekiyordu ama kapalıydı. Hemen indi, oradaki polislerle görüştü. Derhal yolu açıp polisler bize eskortluk yaptılar. Biz şaşırdık, "Hazret sen Hızır mısın?" dedik. Kendisinin donanmada
komutan olduğunu söyledi. Sonra "Çay içer misiniz?" deyip arkadan şekerli sıcak çay olan bir termos, plastik bardaklar, taze
nane ve sandviç ekmekler getirdi. Kendi içmiyordu. Oruçmuş... Ten'im'de bizi bekledi. Telbiyelerle Mescid-i Haram'a (Kâbe'ye) gelirken kendisine, "Acaba günümüzde burada Efendimiz'in soyunda yaşayan insanlar var mı? Siz tanırsınız. Biz gidip onların dualarını almak istiyoruz." dedik. Gülümseyerek başını çevirdi. "Yoksa siz onlardan mısınız?" deyince, "Elhamdülillah, ben Resûl-i Ekrem'in torunlarındanım!" cevabını verdi, mahcubiyetini ve bu payenin hakkını veriyor olma dileğini de ekledi. Uzun ama
rüya gibi bir yolculuktan sonra Mescid-i Haram'a getirdi. Aslında bizi sadece trafikten ve yol zahmetinden kurtarmadı. Bazılarımızın kalbinde oluşmak üzere olan (taksicilerin para hırsı sebebiyle) yanlış düşüncelerin sislerinden de kurtardı. Evet şahs-ı manevî için niyetlendiğimiz umrenin bereketi ve adanmışlara vefanın kerameti olsa gerektir ki, Cenab-ı
Allah öyle birini karşımıza çıkarmakla bize merhamet etti ve
Mekke insanlarına karşı içimizde yanlış düşünce oluşmasını önledi..