Batı'nın kendi
baskın rengini verdiği uluslararası
modern düzen, 1648 Vestfalya Antlaşması'yla kuruldu.
Bu düzenin üç sac ayağı var:
1) Açık veya gizli sömürgecilik,
2) Farklı (Hıristiyan) mezheplerin eşitliğini öngören çoğulculuk. Şimdilerde buna farklı marjinal grupların hak ve
özgürlük talepleri ile kamusal görünürlükleri eklendi,
3) Merkezinde ulus devletin kaba veya rafine totalitarizmi olan politik kültür ve toplumsal örgütlenme modeli.
BM'nin kuruluşu ve fonksiyonu, Batı'nın dünyaya empoze etmeye çalıştığı değerler mecmuası (
demokrasi,
insan hakları,
serbest piyasa ekonomisi) ve gerektiğinde başvurmaktan çekinmediği askerî işgal ve müdahaleler temelde bu üç ayağın selametini amaçlar.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra dünya yeniden kuruldu. Batı, kendi içinden ürettiği sosyalizmle Sovyetleri ortakları arasına kattı. 1989'da bu düzen yıkılınca,
İslam dünyasına
bakan yüzüyle
Kuzey Afrika'dan başlamak üzere demokratik talepler yükseldi.
Cezayir ve
Tunus, bu işin başını çekecekti. Batı, darbecileri harekete geçirerek söz konusu talepleri bastırdı. 2006'da
Filistin, önemli bir demokratik tecrübe yaşadı. Yine Batı'nın onayı ve desteğiyle
İsrail, seçilmiş milletvekilleri ve meclis başkanını toplayıp hapse attı.
Şimdi yine Tunus'tan sonra harekete geçen devasa
Mısır, demokratik taleplerle ayakta. Milyonlar, siyasi tutukluların serbest bırakılmasını, genel siyasi af çıkarılmasını, serbest seçimlerin yapılmasını ve yeni bir anayasanın hazırlanmasını istiyorlar. Batı yine harekete geçmiş bulunuyor: "Ya Mısır
İran olursa? Ya
Müslüman Kardeşler
iktidarı ele geçirirse? Ya Mısır'da neo liberal düzen yerine Şeriat ilan edilirse?"
İran neden bir korku unsuru olarak her gün yeniden kurgulanıyor?
İlk defa ve tamamen istisna olmak üzere
İmam Humeyni, 1979'da İslam Devrimi'yle İran'ı modern tarihin takip ettiği rayın dışına çıkarmayı başardı. İmam Humeyni'nin başarısı
rehberlik süresiyle, yani 10 seneyle sınırlı kaldı.
Haşimi Rafsancani,
ekonomik; Ahmedinejad politik olarak İran'ı Birinci Cumhuriyet'in asli yönelimlerinden uzağa düşürdüler.
Muhammed Hatemi ve onu geriden besleyen Abdülkerim Süruş, bir umuttu, ama ikisi de kendilerinden beklenen performansı gösteremediler. Buna rağmen İran, uluslararası sistemin hâlâ büyük korkusu olmaya devam ediyor. Çünkü bütün haklı eleştirilere rağmen Ahmedinejad'ın İran'ı, nükleer programına devam etmekte, küresel ekonomik sisteme entegre olmayı reddetmekte,
Lübnan ve Filistin'de mukavemetin ruhunu ayakta tutmakta ve tabii ki Müslüman dünyanın sokaklarının, Arap kamuoyunun gizli sempatisini kazanmaktadır. Böyle olunca İran'ın kişiliğinde bir öcü/korku unsuru yaratıp Batı'nın Neo Vestfalya düzenini sürdürmek daha kolay olabiliyor.
Müslüman Kardeşler'in, Şeriatçı bir düzen kurmaları veya İslamcıların iktidar olması konularına gelince. İster Nahda ister Mısır'dan Ürdün'e kadarki
İhvan olsun, herkes istediği değişimi geçirebilir, Türkiye'nin "Kemalist laik" veya "muhafazakâr demokrasi" modelini kendine örnek alabilir. Ortada olan yakıcı gerçek Neo Vestfalya düzeninin üç ayağının çökmekte olduğu bir zamanda yaşıyor olmamızdır. Neo liberal politikaların, ortaya çıkardıkları ulusal, bölgesel ve küresel sonuçları itibarıyla, Batı'nın gizli sömürgecilik düzenini sürdürdükleri apaçık ortada. Sefalet ve adaletsizlik, beşeriyetin ana gövdesinin aleyhine olarak gelişiyor. Batı, çoğulcu demokrasisi ve insan hakları ile özgürlükleri sadece kendisi için ister; onun uluslararası üstünlüğünü kabullenmeyen her politik hareket "radikalizm ve
terör" damgasını yer.
Ulus devletin merkezde olduğu politik düzen, etnik, dini ve sosyal çatışmaların sebebidir, söz konusu düzen devam edemez.
Kısaca Neo Vestfalya düzeni sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır, bunu iyi anlayıp kitlelerin gerçek taleplerine
cevap veren politik hareketler hep olacak. Çöken düzene kendini uydurmaya çalışanlar ise bir süre kitleleri oyalasalar bile, kısa süre sonra ya kanlı devrimlerle veya demokratik seçimlerle yok olup gideceklerdir