Refah düzeyi düşük, demokratik kurumları tam olgunlaşmamış ve ulusal bütünlüğü çeşitli ideolojik ve etnik sürtüşmeler yüzünden tartışmalı toplumlarda
başkanlık sisteminin istikrardan çok istikrarsızlık getirdiği gözlenmiştir.
Bunun temel nedeni siyasal uyuşmazlıkların demokratik dengeler içinde çözülememesidir. Başkanlar düşük bir oy çoğunluğuyla seçilseler bile, başkanlık sistemimin, "Kazanan hepsini alır" formülü nedeniyle
halk iradesinin tek temsilcisi gibi görünmekten hoşlanırlar. Bundan dolayı, muhalefete pek nefes aldırmayan otoriter başkanlık sistemlerinde başkanı
siyaset dışı yollarla devirmek hep gündemde kalır.
Çok iyi bir anayasa da
demokrasinin tam olarak yerleşmesine yetmez. Ama gücün dengeli paylaşılması, adil bir temsil, zora başvurmadan karar almak ve
uygulama yöntemlerini benimsemiş siyasal partiler ve aktörler, büyüyen bir ekonomi ile demokrasinin alt yapısını oluşturabilirler. Onu müzakereci ve çoğul bir siyaset diline kavuşturabilirler. Bu nedenle parlamenter sistem, daha kalkınmasını tamamlamamış ve ulusal bütünlüğünü tüm siyasal aktörlerin kabul ettiği ilkeler doğrultusunda kuramamış
ülkelerde güç tekelleşmesini önleyebilir. Ama demokrasiyi yerleştirebilir mi? Bunu yapabilseydi bunca yıldır seçimlerin yapıldığı, bolca partinin bulunduğu ve Parlamentosu uzun zamandır çalışan ülkelerde demokrasi serpilebilirdi. Ama bu iş öyle kolay olmuyor.
Yaygın ve derin
yoksulluk, devletçi ekonomi ve devletin ağır bastığı siyaset, seçimli, parlamentolu, partili de olsa bir türlü çoğul ve müzakereci demokrasiye
yaşam alanı açmıyor. Bunun en güzel örneklerinden biri
Mısır. Evet, halk ayaklanmasının Tunus'tan sonra ikinci durağı olan ülke... Olanlar artık siyaseti sadece iç koşulların değil, dış koşulların da etkilediğini gösteriyor. Sıkı dokunmuş muhalefet partilerinin/örgütlerinin yerini gevşek dokunmuş internet (
Twitter,
Facebook) ve
mobil telefon şebekelerinin bir araya getirdiği
muhalif kitleler alıyor. Marx ve Lenin yerlerinden kalksalar, "zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayanların" uluslar ötesi güç birliği yapmasının bu biçimine şaşar kalırlardı. Bilginin hareketlendirdiği kitlelerin artık laf ve sille ile sindirilmeleri kolay değil. Hele ordular halktan devşiriliyorlarsa... Halk çocuklarını kendi kardeşleri ve akrabaları üzerine ateş açmaya ikna etme dönemi kapanıyor.
Bugün Tunus'ta ve Mısır'da olan ve tüm Ortadoğu'yu istikrarsızlaşıyor diye korkanlar şunu düşünsünler: Refah, hukukun üstünlüğü, açıklık,
hesap verilebilirlik, özgürlükçü ve çoğul (katılmacı ve müzakereci) demokrasi,
haberleşme ve bilgiye ulaşma özgürlüğü bir 21. yüzyıl beklentisi değil mi? Tüm halklar, uluslar bunu istemiyor mu? Daha doğrusu buna hakkı yok mu?
Bu üç soruya "
evet" yanıtı veriyorsak ki vermememiz ne adil ne de dürüstçe olur, o halde 20. yy'den kalan otoriter ve yetersiz rejimlerin tek tek tarih sahnesinden çekilmesi gerekir. O halde olan, yeni bir dönemin başlamasıdır. İkinci Dünya Savaşı'na kadar Batı yükselmişti. Şimdiki dünya sistemini Batı ülkeleri tasarladı. Artık "Batı dışı" ülkeler yükseliyor ve yeni bir dünya düzeni talep ediyorlar, kendilerinin de içinde birinci grubun tüm avantajlarıyla yer alacağı.
Bugün dünya nüfusunun %52'si 30 yaşın altında. Bu oran gelişmekte olan ülkelerde çok daha yüksek. Yeni dalga
gençlerin omzunda ve yüreğinde yükseliyor. Onlar, kendilerine umutlu ve cazip bir gelecek
vaat etmeyen geçmişin kültürel ve siyasal mirasını ret ediyorlar. Eskiyi silip süpürecek güçleri de var. Bakmayın şu anda liderleri, gözle görülür bir örgütleri ve iyi formüle edilmiş bir doktrinleri ve oyun planları yok. Ama olacak. Biz ne güne duruyoruz? Ortadoğu'nun genç nüfusuna uzlaşma kültürü, demokratik değerler, usuller ve kurumlar
ihraç edelim. Dünyanın bu 'diktatörlüklerle lanetlenmiş' bölgesinde onlarla paylaşacağımız daha iyi bir gelecek için yol gösterelim. Önderlik budur. Geleceği boynuzlarından tutup çifte koşalım.
Güzel bir dilek değil mi? Ama şu "bütünleme" sınavını verelim, demokrasi sınavını geçip diplomamızla gidelim oralara. Yoksa maazallah diploma filan sorarlar da!