Kitaplarımı yayına hazırlayan ilahiyatçı editörüm Mehmet
Dikmen Hoca, hem dinlendirici hem de düşündürücü bulduğu bazı makalelerimi Gördüklerim Yaşadıklarım adıyla bir
kitapçık içinde toplayarak yayımlamış.
Bu kitapçıktaki bir
otobüs yolculuğunda yaşadığım hatıramı takdirlerinize sunacağım bugün. Bakalım olayı okurken tebessüm edebilecek, dinlenmiş sayabilecek misiniz kendinizi?
"Bir yaz günüydü. Ben Çanakkale'ye gidiyordum,
koltuk arkadaşım da Tekirdağ'a.. Ancak
arabamız duraklarda duruyor, bekleyen yolcuları almaya önem veriyordu. Koltuktaki arkadaşım ise: Bu nasıl otobüs, dilenci vapurunu da geçti diyerek durmadan söyleniyor, böylesine kötü arabaya nasıl olup da bindik, her durakta duruyor, her kalabalıkta müşteri arıyor, diyerek de öfkesini tırmandırıyordu. Anlaşılan yol arkadaşım sakinleşmeyecekti..
-Bak dedim, senin asabileştiğin konuda ben hiç de kızmıyorum. İstersen beni birazcık dinle, belki rahatlarsın.
Tecessüsle baktı yüzüme. Beklemediği bir teklifle karşılaşmıştı galiba..
-Buyur seni dinliyorum, bakalım ne söyleyeceksin.. diye çıkıştı..
-Bu koltuklar boş giderse biz üzülmeliyiz, yazık olur koskoca arabanın sahibi ziyan ederse, demeliyiz. Biz yerimize sevinçle ulaşırken onunda evine, çocuğuna sevinçle ulaşmasını düşünmeliyiz. Bu ise, koltukların müşteri ile dolması, ziyan etmemesiyle mümkün olur.
-İyi söylüyorsun da işimiz gücümüz var bizim...
-Sanıyor musun ki işi gücü olan yalnız sensin, başkaları aylak?. Herkesin kendine göre işi gücü var, nitekim araba sahibinin işi gücü de yolda bekleyen müşteriyi alarak koltuklarını doldurmak. O da işini yapmakta, ziyan etmemek için çırpınmakta. Kaldı ki, bekleyen yolcuları almazsa onlar nasıl ulaşacaklar varacakları yerlerine?.
Yol arkadaşım şüphelenmiş şekilde bakmaya başladı.
-Senin araba sahibiyle akrabalığın mı var yoksa, dedi.
-
Hayır, dedim araba sahibiyle akrabalığım yok, ama kendimi araba sahibi yerine koyarak geniş düşünmekle, sabırla akrabalığım var.
Bunun üzerine ikimiz de susarak bir müddet gittik. Sessizliği yine kendisi bozdu.
-Konuşsan ya, başka diyeceğin yok mu senin, dedi.
- Var dedim, ancak konuşursam kızmaz mısın?.
- Kızsam da konuş, düşünmediğim şeyleri dinliyorum senden...
-Bak dedim bir duymadığın şeyi daha söyleyeyim öyle ise. Sen henüz yasaklanmamış sigaranın birini bitirip birini yakıyorsun yanımda. Böylece beni de dumana boğuyorsun. Halbuki
Allah seni ekmek yiyip su içmeye mecbur etmiş, ama sigara içmeye mecbur etmemiş. Sigarayı kendi elinle başına musallat etmişsin. Şimdi dumanını bana da musallat ediyor, yutmaya mecbur bırakıyorsun beni. Buna rağmen sana kızmıyorum. Kendi kendime, bu kardeşimin görünen kusuru sigarasıdır, benim ise görünmeyen nice kusurlarım vardır, diyerek nefsimi susturup sabretmeye çalışıyorum.
Koltuk arkadaşım yeni yaktığı sigarasını söndürmekte tereddüt etmedi bu defa.
Bir müddet daha sessizce gittik. Bu arada göz ucuyla sık sık beni incelediğini görünce neyi merak ettiğini sordum.
-Şaşırmam o ki dedi, karşılaştığı her olayı kendine göre yorumlayarak hiç kızmayan senin gibi gamsız adamın da sakalında beyazlar başlamış. Halbuki senin gibi geniş adamın sakalında beyazlama olmamalıydı.
-Onun sebebi başkadır dedim. Ben kafamı değil de hep çenemi çalıştırdığım için sakalımda beyazlar başladı.
Bu defa dayanamayıp eliyle elimi tutarak kahkahayı bastı.
-Seni bırakmam dedi, Tekirdağ'ın
köftesi meşhurdur. Birlikte inecek, mutlaka sana köfte yedireceğim...
-Demezler mi sonra
Şahin Hoca beleş köfte bulunca yolda otobüsten de indi, diye?
-Sen hoca mısın yoksa dedi?
-Belli olmuyor mu dedim.
-Oluyor da senin gibi hocayı pek görmedim. Sen hoca değil olsa olsa filozof olursun, filozof!..
Bu sırada arabamız durdu, o Tekirdağ'da indi, ben Çanakkale'ye devam ettim.
Bilmem iyi, bilmem kötü ettik; bir yolculuğu işte böyle tükettik!."
Şimdi siz de diyebilirsiniz ki:
'Biz de bilmem iyi bilmem kötü ettik; bir
yolculuk yazısı için kıymetli vaktimizi böyle zayi ettik.'
Yorumunuz böyle ise
itiraz edemem. Sadece haklısınız diyerek helallik dilerim.