Modernleşme uğruna batının sunduğu her şeyi eleştirmeden, sorgulamadan, ‘değerli’ olduğuna inanarak, kaçınmadan uyguluyoruz. Daha rahat yaşamlar uğruna geleneksel olanı çoğu zaman karalayarak,
modern yaşamlar inşa ediyoruz kendimize.
Bu çağ, önce kadını değiştirerek işe başlıyor.
Kadın artık geleneksel rollere uygun bir kimlik geliştirmek yerine, iş dünyasının rekabetçi koşulları altında her yolu deneyerek de olsa yükselmek istiyor.
Aynı durum erkek için de pek farklı değil. Para kazanmak,
iktidar sahibi olmak, sözüne değer verilir biri olmak, başarılı olunmuş bir iş karşılığında insana verilen payeler…
Erkekler de eşlerinin ev dışında bir işte çalışıyor olmasını, bazen eve maddi katkı sağlamasından, bazen de kadının kendisini geliştirmeye (!) devam ediyor olmasından veya dışarıya karşı ‘eşim
ev hanımı’ demek yerine, ‘eşim
avukat, eşim müdür…’ gibi statü belirleyicileri kullanarak farkında olarak veya olmayarak ev kadınlığını ve anneliği değersizleştirmiş oluyorlar.
Bu tavırlar, dışarıda çalışan kadını evde söz sahibi yaparken çalışmayan kadını da erkeğin eline
bakan bir insan haline getirebiliyor.
Modernleşme ile birlikte sadece kadınlar değil, erkekler de değişti. Yapılan araştırmalarda beş yıl öncesinde her on erkekten üçü eşlerinin çalışabileceğini, yedisi evlendikten sonra eşlerinin çalışmasını istemediğini (
Türkiye ölçeğinde) belirtirken, bugün yapılan çalışmalarda durum yarı yarıya çıkmaktadır.
Tüketim, insan için tek mutluluk aracı olarak sunulduğundan bu yana ne kadar çok kazanırsak o kadar çok tüketebiliriz, ne kadar çok tüketirsek o kadar çok mutlu oluruz anlayışı hakim hale geldi.
Kadın sosyal aktör olabilmek adına , çocuk büyütmek için kariyerinden vazgeçmeyi göze almayarak rekabetçi iş yaşamında kendi derdine düşerek aileden ve onun mükellefiyetlerinden uzaklaşmış oldu. Çağdaş hayat her fırsatta insan insana ilişkinin değil, işin ve paranın öncelikli olduğunu telkin ediyor.
Diğer yandan bir meselenin ana-babalık yönü vardır. Örneğin, üniversite okumuş eli iş tutan bir
genç kızın da sırf evde oturmak (!) için okumuş olması öncelikle kızın ailesi tarafından pek de makbul bir durum değildir.
Bin bir emekle okutulan, fedakarlık yapılan evladını çalışıyor olarak görmek ana-babanın hakkı olarak görülmektedir. Hatta gerekirse kız evlenip torunlar dünyaya geldiğinde kızın çalışabilmesi adına torunu bakmak için ev bark dağıtılıp kızın yanına taşınılacaktır.
Zihinlerimizde para kazanmak ve daha çok şeye sahip olmak, mutlu ve huzurlu olmanın önüne yerleştirildiği sürece bu drama devam edecektir.
Uzmanlar bebekliklerinde anneleri tarafından yalnız bırakılmış çocukların bağlanma ve özdeşim kurma sorunları yaşayabileceğinin altını çizedursunlar, devletler anti-depresan ilaçlara milyarlarca dolar harcasınlar…
En başa dönüp sorun nerede diye bakmak nedense akla gelmesin.
Oysa bilinen bir gerçek vardır ki olması gerektiği anlarda çocuğun yanında olamayan anne ve babaların çocuklarının duygusal
gelişimleri bozulabilir.
Bu çocuklar normal bir bedensel gelişim gösterir,
zeka bakımından yüksek performanslar sergileyebilirler ama duygusal açıdan kötürüm kalabilirler.
Bebek ağladığında onunla ilgilenen anne ile işten eve yorgun argın dönüp, zihnini rekabetçi sistemin sömürdüğü , alelacele çocuğuyla ilgilenen bir anne aynı değildir.
Çocuğundan olumlu bir biçimde bahseden bir anne ile ondan bir
baş ağrısı bahseden bir anne aynı olabilir mi?
Neresinden tutulsa elde kalan, hangi yönden bakılsa yaralı olan aileler, artan boşanma oranları, kaybedilmiş çocuklar, umutsuz ev kadınları evde değersizleşen erkekler…Modern hayatın serseme çevirdiği aileler..
Bugün
toplum olarak da birey olarak da anneliğin evde çocuk yetiştiriyor olmanın ne kadar değerli bir
eylem olduğunu unutmuş durumdayız. Oysa ki Çengelköy hıyarı yetiştirenler bile çocuk yetiştiren annelerden daha çok iltifat görüyorlar.
Bugüne kadar kaç anne gördünüz yetiştirdiği çocuklarından dolayı eşleri, aileleri ya da arkadaşları tarafından övülen?
‘Marifet iltifata tabidir’. Toplum olarak siz anneliğe hiç değer vermeyin, üstüne üstlük, çocuğun tüm yanlış davranışları için anneyi ‘günah keçisi’ ilan eden bir tavır sergileyin, sonra da ‘kadınlar neden bu kadar mutsuz, çocuklar neden bu kadar
saldırgan’ diyerek toplumsal ikiyüzlülük sergileyin.
‘İnsan düştüğü yerden kalkar’. Bugün kadını, erkeği, anneyi ve babayı yeniden tanımlamalıyız. Birey olarak dünyaya geliş amacımızı, burada ne amaçla bulunduğumuzu modern bir kafayla değil
ilahi ölçülerle yeniden tanımlamalıyız.
Önceliklerimizi yeniden gözden geçirmeli ve kendimizi tanımak eksenli yaşamayı hedeflemeliyiz. ‘Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır’ kendi yüreğimize bakabilme cesaretini gösterip modern yaşamın mutluluk reçetelerini sorgulayabilmeliyiz. Rüya görmekten kurtulup kendimizi keşfetmeye uyanmalıyız.
Yanlış anlaşılmasın burada söylenmek istediğim kadınların çalışmaması değil, elbette ki kadınlar çalışabilirler ve çalışmalıdırlar da.Ama bu çalışma isteği bir saplantı olmaktan çıkarılmalı ve anne olunduktan sonra şartlar yeniden düzenlenerek
doğal yapıya uyumlu hale getirilmelidir.Yoksa astarı yüzünü geçen ,zararı faydasını ona katlayan bir duruma düşeceğiz…
Değerlerin yeniden tanımlanarak,birey bazında içselleştirilmesi ve tek gayenin toplumun vereceği payeler yerine daha derinlikli ve varoluş açısından daha anlamlı gayelere göre belirginleştirilmesi kaybettiğimiz anneliği ve sonrasında babalığı
ümit ederim ki yeniden bulduracaktır....
[email protected]