Önce
Tunus’ta
iktidar sahipleri apar topar kaçmak zorunda kaldı. Şimdi aynı
rüzgar Mısır’da esiyor. Kuvvetle muhtemel Hüsnü Mübarek’in günleri sayılı. Diğer yandan Ürdün’den Cezayir’e, Lübnan’dan Suriye’ye ve elbette Filistin’e kadar geniş bir alanda benzer bir sürecin yaşanabileceğine dikkat çekiliyor.
Bu ülkelerde yaşanan ve yaşanması beklenen gelişmeleri, iktidar değişimlerini aynı paranteze alıp
okumak ne kadar doğru; bu ayrı bir
tartışma konusu. Üstelik böyle bir okuma, bu ülkelerin iç dinamiklerini hafife almak gibi bir zaafı da beraberinde getiriyor.
Şu günlerde ister dünyada, isterse Türkiye’de yapılan değerlendirmelere bakınca, bir nokta çok dikkat
çekici. Bu geniş coğrafyada ortaya çıkan değişim sürecini
destekleyenler, olup bitenin
İslam’ı ve Müslümanları öne çıkarmasından bir hayli kaygılı. ‘Yıkılan otoriter rejimlerin yerine acaba radikal İslamcılar mı geliyor’ gibi soruların anlamı bu aslında.
***
Yüzyıl önce İslam dünyasında bir dizi yeni ‘devlet’i ortaya çıkaran güçler, destekledikleri rejimlerle, orada yaşayanların değerleri arasına mesafe koymayı başardılar.
Elbette onlar da bu coğrafyada herhangi bir değişim hareketinin ‘din’den bağımsız başarısı şansının olmadığını biliyordu. Ancak bunu denemekten başka çareleri de yoktu.
Şimdi o dönemde dikilen deli gömleklerinin dikişleri birer birer patlıyor.
Gelelim
Başbakan Tayyip Erdoğan’ı Tunus üzerinden uyarmaya. Bu uyarının sahipleri, kuşkusuz bu coğrafyadaki
demokratikleşme serüvenini, bu sürecin dinamiklerini ve sahici aktörlerini gayet iyi biliyor. Türkiye’de gerçek bir demokratikleşmenin kimleri ve hangi değerleri öne çıkaracağının da farkında.
2002’nin sonundan itibaren iktidarda olan Tayyip Erdoğan’a çok farklı başlıklar altında bir çok
eleştiri getirmek mümkün. Ancak bu sekiz yıllık dönemin
demokrasi ve
özgürlükler açısından sürekli ileri giden ve yeni adımlar atan özelliğini yok saymak cidden büyük bir haksızlık. Hele bunu ‘Demirelleşmek’ ya da ‘Mübarek gibi olmak’ diye adlandırmak insafa sığmıyor.
***
Şu günlerde ısrarla gözden kaçırılmak istenen çok yalın ve anlaşılabilir bir gerçeği hatırlatalım: Tayyip Erdoğan, milleti temsil ediyor. Bu durum sömürge döneminde ortaya çıkan ‘modernleştirme’ projelerinden ve onun ortaya çıkardığı kukla aktörlerden çok farklı bir tabloya işaret ediyor. Onun için Tunus ya da Mısır hatırlatmalarının ne yeri, ne de karşılığı var.
Umuyor ve diliyorum ki, Başbakan Erdoğan’a Tunus’ta olup biteni hatırlatanlar başka bir hesabın ve kaygının parçası olmasınlar. Yine umuyorum ki, daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük adına ortaya atılan bu eleştiriler, bu toprakların değerleriyle üstü örtülü bir hesaplaşmanın yansıması olmasın.
Erdoğan’ı üçüncü iktidar dönemine taşıyan yegane özelliği, milletle olan sahici bağı. İnsanların bu kadar gri propagandaya rağmen hala onu kendisine yakın bulması, verilen geniş destek, hiç te sanıldığı gibi alternatifsiz olmasından kaynaklanmıyor.
Bunu böylesine açık ifade etmek istemezdim; lakin artık zamanıdır. Bu ülkede, bu bölgede ve şu günlerde adından bahsedilen tüm ülkelerde, İslam’dan ve Müslümanlardan bağımsız bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi mümkün değildir. Bunun dışında herhangi bir kesimin ya da sınıfın, böyle bir mücadeleyi yürütmesi, taşıması ya da inşa etmesi imkansızdır.
Yol yakınken inattan vazgeçmek herkesin hayrına.