Çizgimizi hecelerken


Uhrevî derinlikli vicdan medeniyetini, "yitik cennet" gibi kaybeden bizlerin, kıştan sonra baharın, geceden sonra neharın dönüşü gibi dönüşünü bekleme ve yeniden diriliş rüyalarını görme döneminde dinamiklere ihtiyacımız vardı. Bahar geliyor diye bülbüller gibi saksağanların, güller gibi dikenlerin ve acı düveleklerin bağları bahçeleri sardığı ve bir fikir anarşisinin her tarafı kapladığı o dönemde, dirilişimizin yol haritasını ortaya koyacak bir pusulaya ihtiyacımız vardı... Üniversitelerden liselere, onlardan köy kahvelerine kadar taşınan, kafa karıştırıcı, vicdanı rencide eden şüpheli sorular her yerde konuşuluyor; insanların imanları sarsılıyordu. O dönemde câmiden başlayıp, üniversitelere, onların oturdukları kahvelere, daha sonra köy kahvelerine kadar bu inkârcı sorulara cevap verecek bir neslin yetişmesi için uğraşılıyor, hece hece geleceğin hülyalı dünyasına atılacak adımların temrinleri yapılıyordu... İşte "Çizgimizi Hecelerken" isimli kitap, o sorulara verilen cevaplardan bazılarıdır. O günleri bilhassa öğrenci olarak yaşamayan kitaptaki cevapların ne kadar önemli olduğunu tam takdir edemez... Canciğer akrabaların ve hemşehrilerin, bu zehir saçan sorular karşısında iki düşman cephe haline gelişini hakkal yakîn şahit olmayan bunların değerini bilemez. Cenab-ı Hakk'ın lûtfu ile o günlerin geride kaldığını düşünüyor ve inşallah diyerek öyle temenni ediyorum. O zehirli şüphe atıcı sorulardan değil de gerçekten ufuk açan soruların cevapları üzerinde "Bana hitap ediyor... Bunları bana söylüyor" anlayışı ve mantığı ile durmak lazım. Meselâ ilk soru: "Efendimiz'in maruz kaldığı belâ ve musibetler nelerdi ve bunlar karşısında O'nun tavrı nasıl olmuştu?" sorusunun cevabında "olumlu ve müsbet davranışların temsil mevkiinde bulunan insanlara" dersler ve ibretler var. Çünkü karşısına üsve-i hasene olarak Nebîler Serveri Hz. Muhammed Aleyhisselam'ın hayatının canlı kareleri dikilmiş; işte onlar unutulmaz manzaralar olarak arz-ı endam ediyor... Çocuk yaşta yetim kalıyor.. Altı yaşında annesi vefat ediyor. Arkadan dedenin himayesi sona eriyor. Hüzün senesinde Hz. Hatice ve Ebu Talip de vefat ediyor. Çok sevdiği Mekke'den ayrılmak zorunda kalıyor. Bu arada suikast ve komplolar da hiç geri durmuyor. Bedir'de sahabelerini, bilhassa amca oğlu Ubeyde b. Haris b. Abdülmuttalib'i kaybediyor. Uhud'da pek çok sahabe ve amcası Hz. Hamza'yı şehid veriyor. Sıralamakla bitmeyecek bela ve musibetler hiç yakasını bırakmıyor ama o gerçek rehber, her meselede olduğu gibi hep en güzel ve en mükemmel numûne olarak önümüzde görünüyor. Biz Kur'an'da sadece Kâbe'nin tekrar kıble olması için içinden geçenlerin ve İlâhî buyruğu bekleyerek yüzünü semaya çevirip duruşunun izlerini ve ifadelerini buluyoruz. Kendisinden önce vefat eden en yakını sevdikleri kimselerle ilgili hissiyatının ele alındığını bilmiyoruz... İşte tek sorunun cevabı ile ilgili ortaya konanlar... İlk soru bir numune olsun, diğerlerinin cevaplarının da atmosferine girip insibağ ve inikâsın boyalarıyla rengimizi bulmaya çalışalım. Bir dönem arkadaşlarımız Hocaefendi'nin vaazlarını ve soru-cevaplı sohbetlerini bantlara kasetlere alır, boş kaldıkları zamanlarda evlerinde ve yolculukları sırasında arabalarında devamlı dinlerlerdi. Bu durum, şifahi kültür yoluyla kısa zamanda onların inkişafına vesile olurdu. Çünkü bir meseleyi birkaç defa dinlemekle başkalarına anlatabilecek bir seviyeye geliyorlardı. Hatta ben 1987'de ilk defa Danimarka'ya gittiğimde orada hizmeti tanıyan 40-50 aile ile karşılaşmıştım. Kendilerine hiç kimse bir şey telkin etmediği halde sadece Türkiye'ye gelip giderken birer ikişer Danimarka'ya getirdikleri teyp bantlarından vaaz ve sohbetleri dinleyerek meseleleri anlamışlardı. Bu günlerde de bu dinamiklerden aynı şekilde istifade etmemiz gerekmektedir.
<< Önceki Haber Çizgimizi hecelerken Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER