Şaka gibi! Yüksek yargının, bir dediği diğerini tutmuyor.
Bir yandan biriken dosyalar temizlenemiyor, bir yandan o tıkanıklığı aşacak reformlara geçit verilmiyor. Manzara çok vahim! Bugünkü sistemde herhangi bir değişiklik yapılmadığı takdirde şu anki dosyaların normal sürece dâhil olması için en az on seneye ihtiyaç var.
Yargıdaki korkunç tıkanmayı aşmak için hükümet bir tasarı hazırladı. Yerinde ve makul bir tasarı bu. Hem
Yargıtay ve
Danıştay'da daire sayısı artırılıyor ve oralara yeni üyeler seçiliyor, hem de bu dairelerin iki grup halinde çalışması sağlanarak, bir dairenin daha fazla dosyaya bakmasının yolu açılıyor. Hatta bununla da yetinmeyen hükümet, bazı davaların yerel mahkemelerde çözülebilmesi için
istinaf mahkemelerini kuruyor.
Yıllardır beklenen reformlar değil miydi bunlar? Sırf bu çalışma yapılmadığı için zamanaşımına uğrayan dosyalar kamu vicdanını sızlatmamış mıydı? Sırf bu tıkanıklık aşılamadığı için '
Hizbullah davası'nda sanıklar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış ve yer yerinden oynamamış mıydı?
Yüksek yargı mensupları, maalesef, konuştukça batıyor. Çünkü söyledikleri her yeni söz, bir zamanlar üzerinde durduklarıyla çelişiyor. Vaktiyle
yüksek yargı, hükümetten Yargıtay ve Danıştay'a yeni daireler kurulmasını istemişti. Hatta bu talebi yazılı hale getirip yargı
reformu yapılması için kamuoyu oluşturmaya çalışmıştı. Şimdi ne diyorlar? Güya yeni daire kurulmasına gerek yokmuş. Güya istinaf mahkemeleri hayata geçirilirse sorun zaman içinde ancak çözülebilirmiş... Madem daire ve üye sayısının artırılması bir çözüm değildi; niçin vaktiyle bu değişimi reform diye ballandıra ballandıra anlattınız?
Yüksek yargı temsilcileri meselenin toplumsal karşılığını bilmiyor galiba. Ya da vicdanlarda açılan yarayı çok da umursamıyorlar. Oysa 'zamanaşımı'
adalete duyulan güvenin de aşınmasına yol açtı. 'Geciken adalet' adalet duygusunu hâk ile yeksan etti. Adalet mekanizması, birikmiş dosyaların altında ezildi, büzüldü, perişan oldu. Bu korkunç
manzaraya rağmen, "Yeni daire istemezük!", "Yeni üye istemezük!" gibi beyanlar bugünkü Yargıtay ve Danıştay kadroları hakkında soru işaretlerini çoğaltıyor...
Meselenin bir de
Meclis'e
bakan boyutu var. Yargı reformunu Meclis'e taşıyan hükümet, karşısında asabı bozuk bir kitle buldu. Daha tasarı Meclis Adalet Komisyonu'nda görüşülürken, o komisyonla alakası olmayan bazı
CHP'li üyelerin aşırı sert müdahaleleri gözlendi. Hatta ağzından çıkanı kulağı duymayan bir CHP millet
vekili insanları 'sokağa' davet etti, 'direniş' önerisinde bulundu. Niçin? Yargıtay ve Danıştay'ın
iş yükü bu kadar net ve utandırıcı bir tablo çizdiği halde, bu dosyalar onlarca yıl orada bekletilsin mi? Daire ve üye sayısının artması yargının kendi içinden gelecek insanlarla olacağına göre CHP'li vekil niye bu kadar telaşa kapılıyor ki?
Hani, 'Hizbullah
tahliyeleri'nden rahatsız olmuştu CHP? O tahliyeler de yüksek yargının iş yükünden kaynaklanıyordu. "Bu tıkanıklığı aşalım," diyen hükümete karşı adeta savaş ilan etmenin -ideolojik bir travma yoksa- bir anlamı olamaz.
CHP'nin
vesayet arzusuna MHP niye
destek verir?
Öteden beri yargı, vesayet sisteminin bir parçası olarak kullanıldı. Maalesef öyle oldu! Alelacele kapatılan dosyalara bakın, ucu derin ilişkilere dayanan davaları hatırlayın, onca pervasız ve suç sayılan eyleme rağmen hasıraltı edilen dosyaları hatırınıza getirin; göreceksiniz ki yargıdaki tıkanma kimi zaman bir planın gereği olarak işletildi. Bugünkü Türkiye'nin artık örtbas yargı sistemine tahammül etmesi mümkün değil.
Yargıdaki tıkanmayı giderecek böyle bir reformdan rahatsız olan parti, yargıyı vesayet sisteminin kalkanı gibi kullanıyor demektir. CHP'nin hırçın yaklaşımında bu vesayeti devam ettirme arzusu yatıyor. Peki, bazı MHP'lilere ne oluyor ki,
yargı reformuna karşı çıkıyor? Esas üzücü olan da bu. Zira bu partinin gönüldaşları kadar yargıdaki ideolojik şartlanmışlıktan çile çeken bir başka kitle bulmak çok zordur. Yüksek yargının sırf
ülkücü diye bazı insanlar hakkında
kanunları nasıl yanlış yorumladığını bilmeyenler, cezaevinde ülkücülerin -hâlâ- neden yattığını araştırsın. Geçmişte binlerce gencin nasıl
mağdur edildiğine, kanun yorumlarının nasıl ideolojik yapıldığına ve adalet üzerine nasıl gölge düşürüldüğüne bakmak gerekiyor.
Adalet mekanizması siyasî kanaatlerle işletilemez. İşletilmemelidir de! Maalesef onlarca yıldır
küçük bir zümre, ideolojik bir dar görüşlülükle yargıyı yönlendiriyor. En azından kamuoyu bu kanaate ulaşmış durumda. Bu
algı durduk yerde oluşmuyor. Haksız uygulamalar, çifte standartlar, örtbas edilen davalar, zamanaşımıyla kurtarılan adamlar vesaire vesaire...
Yargı reformu artık şart! Referandum sırasında ortaya çıkan millî irade de bu reformların kaçınılmaz olduğunu yeterince ifade ediyor. Bu net tabloya rağmen topu taca atanlar büyük bir vebali üstlenmiş oluyor...
[email protected]
Hizbuttahrir komedisi
Ergenekon gibi,
Balyoz gibi çok hayatî dosyaları haber yaparken pek tırsak bir hava uyandıran bazı gazeteler, geçen hafta Hizbuttahrir haberinin üzerine zevkle atladılar.
Güya Ergenekon'dan
tutuklu Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin cep telefonuna dışarıdan yüklemeler yapılmış ve polis, Çelebi'ye
komplo kurmuş. İddia doğru çıksaydı gerçekten yeri yerinden oynatmak gerekiyordu. Ne var ki işin aslı kısa sürede anlaşıldı. Yükleme falan yok. Her zanlı için ayrı
tutanak yazılırken bunlardan biri
teğmenin listesine ekleniyor. Olayı
emniyet fark ediyor ve düzeltiyor. Onlar düzeltmese ve düzeltmeye dair tutanak tutmasa hiç kimsenin haberi olmayacak.
Zaten zanlı ile ilgili tek
delil cep telefonu değil. Kendi el yazısıyla yazdıklarından mahkemede verdiği savunmaya kadar her şey teğmenle Hizbuttahrir ilişkisini ayan beyan ortaya koyuyor. Teğmen de bu ilişkiyi kabul ediyor; ama onu başka bir amaca hamlediyor. Neyse. Orası başka bir mevzu. Bir kısım medyanın Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hassasiyet ölçümü bu olay sayesinde daha net anlaşıldı. Keşke tam orta yerde durup, sadece zanlıları aklama değil, iddiaları kamuoyuyla paylaşma konusunda da hassas olsalar...
Aksiyon Dergisi, haber
dergiciliğine yol gösteriyor
Kimilerine göre dergicilik ölüyor.
Televizyon ve internetin hızı, dergileri yok ediyor. Hatta bazı karamsar fütüristlere göre bu karanlık tablonun bir adım ötesi gazetelerin ölümünü gerektiriyor. Aslında çok
erken ve alelacele verilmiş bir hüküm bu. Çünkü onlarca yıldır karşılaştığımız gerçek şudur: Her teknolojik gelişme iletişime yeni bir boyut kazandırmış, klasik medya formatında değişiklikler getirmiştir; ama yeni gelen eskiyi yok etmemiş; hatta bırakın öldürmeyi, yeni formatı sayesinde daha yeni ve dinamik bir yapı oluşturmuştur. Her neyse bu, uzun bir konu; üzerinde bir zaman durmak gerekiyor...
Aksiyon Dergisi yıllardır en çok satan haber dergisi olma özelliğini koruyor. Hem muhtevasını yeniliyor sürekli, hem abone sistemi ile
satışını artırıyor. Ve bize ispat ediyor ki, iyi bir dergi çıkarıldığında insanlar bu yayını takip edebiliyor. Ayrıca derginin pazarlama ve satışı
modern metotlara göre yapıldığında nasıl
tiraj kazanacağını da gösteriyor Aksiyon...
Son yıllarda kapatılan dergilerin listesini buraya kaydetmeye kalksam, inanın, bu sayfada yer kalmaz. Daha geçen haftalarda bazı yayın grupları çok önemli dergileri kapatacağını duyurdu.
Hal böyleyken tirajına tiraj katan,
imajına imaj ekleyen bir dergi var Türkiye'de. Satış grafiğindeki yükseliş gerçekten takdire şayan. Önceki sene ortalama satışını 38 bin ile kapatan Aksiyon geçen seneyi 42 binle geride bırakmıştı. Şimdi, 2011 yılının ilk ayında, haftalık satışını 52 bine ulaştırmış görünüyor. Alkışı hak ediyor Aksiyon. Hem muhtevasına gösterilen özenle hak ediyor bu alkışı, hem de pazarlama ve satış noktasında yapılan fedakâr çalışmayla...