Masaya
yumruk vurdu, bağırdı, çağırdı ama
İlker Başbuğ zamanında
Genelkurmay Başkanlığı bir ilke
imza atarak 62 yıllık ayıbı temizlemeye soyunmuştu.
1. Kâzım
Karabekir Paşa'yı
anma günü düzenlemiş olan Başbuğ, konuşmasında Karabekir'le birlikte Fevzi Çakmak'ı da kucaklayacaklarını söylemiş ve 10
Nisan 2010'da Mareşal'i anma günü de düzenlemişti.
Gelin görün ki,
Işık Koşaner döneminde
Genelkurmay Başkanlığı garip bir sükûnete bürünmüş durumda. Şikayet ediyor değilim. Elbette olması gereken bu. Ancak bu suskunluk, Karabekir'i anmaya mani değildi. Sonuçta bugün bu
bayrak dalgalanıyorsa ve o makam ayaktaysa bunda Karabekir'in emeğini görmezden gelmek en basit ifadesiyle kadirbilmezliktir.
Ne var ki, bu kadirbilmezliği daha sağlığındayken yaşamıştı Paşa. İsminin
ders kitaplarından nasıl itinayla temizlendiğine,
Mustafa Kemal'le yan yana göründükleri pozlardan suretinin nasıl makaslandığına, daha da kötüsü, "
Nutuk"un sonunda nasıl haksız yere suçlandığına
tanık olmuştu.
Karabekir'in farkı, mücadeleci bir ruha sahip olmasıydı. Nasıl cephede başarılı bir asker olmuşsa, fikir mücadelesinde de, kitabının yakılmasına, yazı ve belgelerine 4 defa polisçe el konulmasına rağmen yılmamış, adeta bir "gerilla" gibi tek başına savaşmıştı. Ne mutlu ki, o savaştan bize, alternatif yakın tarih hazinesi diyebileceğimiz eserler kalmıştır.
Cephelerde sırtı yere getirilemeyen Karabekir, yazı sahasında da susturulamamış nadir kalemlerden biri olarak inkılap tarihimizin "yalan yanlış" yazılmasına, gerçeklerin tersine çevrilmesine, dürüst şahsiyetlerine dil uzatılmasına, gençliğin hipnotize edilmesine karşı çıkmayı bilmişti. Kısaca Karabekir'in kılavuzluğunda yakın tarihin bulanık sularında
yüzme imkânına sahibiz.
Karabekir'in 1918'de
Erzurum ile Kars'ın kurtarılmasını takip eden "
sınır ötesi"
Kafkas harekâtı Azerbaycan'a kadar uzanmış, nitekim Mondros Mütarekesi haberini Tebriz'deki karargâhında almıştır. Öte yandan çağrıldığı İstanbul'a bir umutsuzluk havasının çöktüğünü görmüştür. Mustafa Kemal Paşa dahil birçok
komutan cephede yenildikleri için kurtuluşa dair umutlarını kaybetmişlerdi. Karabekir ise İngilizleri püskürtmüş, Rusya'nın bıraktığı boşluğu iyi değerlendirerek Ermeniler ve Gürcülerin üzerine yürümüş,
İran Azerbaycanı'na hakim olmasına ramak kalmıştır.
Bu diri psikolojiyle İstanbul'a dönen Karabekir, İsmet (
İnönü) ile konuştuğunda onun askerliği bırakıp
çiftçi olma planları yaptığını öğreniyor, Mustafa Kemal'i ise
Anadolu'ya geçmek yerine, Harbiye Nazırı olmak için
kulis yaparken buluyordu.
Tam bir hayal kırıklığına uğrayan Paşa, derhal "siyasî ve askerî planlar" yapar; İstanbul'daki komutanlara Anadolu'ya geçip "tek dağ başı
mezar oluncaya kadar mücadele" etme kararını anlatır; daha sonra Mustafa Kemal'e atfedilen ünlü parolayı kendisinin
icat ettiğini yazar: "Ya istiklal ya
ölüm!"
Zaferden sonra Kâzım Karabekir için çıkarılan taşbaskı
poster. Üzerinde şöyle yazılı: "
Ermenistan fatihi ve yetimler babası, muzaffer Şark ordularımızın kumandanı Kâzım Karabekir Paşa hazretleri."
Karabekir Paşa'nın eserlerinde üzerinde durduğu bazı noktalar, tarih algımızı kökünden sarsacak niteliktedir. Mesela Mustafa Kemal'e Şişli'deki evinde
teklif ettiğini söylediği "kurtuluş planı"na göre, 1) Erzurum'da geçici bir hükümet çekirdeği hazırlanacak (siyasî plan), 2) M. Kemal Paşa Konya'daki, kendisi de Erzurum'daki
Ordu Müfettişliği'ne geçecek, 3) Bir
tehlike vukuunda geçici bir hükümet kurulacak, M. Kemal "Anadolu Komutanı" namını alıp Batı cephesini, kendisi de Doğu cephesini üstlenecektir (askerî plan).
Karabekir istiklalin bu planla kazanılacağına inanmıştı. Oysa Mustafa Kemal'in o sıradaki fikri, askerî değil, siyasî bir kurtuluştan yanaydı. Milli Mücadele'yi diplomasi yoluyla kazanmaya önem vermesinin sebebi buydu. Nitekim Karabekir, M. Kemal'in bizzat ordunun başına geçmeyişini bir zaaf olarak görür. O, derhal Başkomutan olmalı ve İnönü'nün geçimsizlik ve beceriksizlikleri yüzünden zaman, asker ve savaş kaybetmeyi göze almamalıydı. Hatta
Yunan işgali Sakarya'dan hemen sonra bitirilebilecekken, işin savaşla değil, siyasetle halledileceği takıntısı yüzünden bir yıl kadar uzamış ve düşmana gereksiz yere Anadolu'yu yakma ve binlerce sivili öldürme fırsatı tanınmıştır.
Keza İstanbul'un başkentlikten çıkarılmasının İngilizlerin zorlamasıyla olduğu iddiası. İngilizler Boğazlar'a yerleşmek istedikleri için hükümetin İstanbul'dan çıkmasını istemişler, hatta zorlamışlar, bunun için Hilafetin saltanattan ayrılıp saltanatın kaldırılmasını istemişlerdi. Böylece saltanatın kaldırılması ve başkentin Ankara'ya naklinin Lozan'ın hemen öncesine denk gelmesindeki sırrı tartışmaya açıyor Paşa.
Kâzım Karabekir 1920 sonlarındaki Doğu harekâtında hem
doğu sınırlarımızı güvenceye alarak, hem de Gümrü Antlaşması'yla Ermenilere Sevr'deki imzalarını geri aldırarak (böylece Sevr'i ilk "parçalayan"ın kim olduğunu öğreniyoruz) hayatî önemdeki başarılara imza attığı halde kitaplarımızda neden ısrarla görmezden gelinir? Bu sık sorulan sorunun cevabını, yukarıda yazdıklarımdan çıkarmış olmalısınız. Resmi tarihe
itiraz eden Karabekir, elbisenin içine girmiş, sürekli rahatsız eden bir "diken" gibidir.
Nitekim 19
Ekim 1922 tarihli günlüğüne M. Kemal Paşa'ya neden kendisini Lozan'a göndermediğini sorduğunda şu çarpıcı cevabı aldığını kaydetmiştir: "Çünkü sen kafanla hareket edersin. İsmet Paşa'yı göndereceğim. Çünkü sözümden çıkmaz."
Bana sık sık hiçbir savaşı kazanamayan İsmet Paşa'nın nasıl olup da bu kadar hızla yükselebildiğini soranlar bu cevabı iyi okusunlar. Sır söz dinlemekte gizli.
Ancak tarih
dede, gerçek yükselişin halkın gönlünde gerçekleştiğini öğrenecek kadar uzun yaşamıştır. Kitaplar unutturmaya yeminli olduğu halde halkın Karabekir'i tereddütsüz bağrına basmış olması yeterince ibret-âmiz değil midir?
Geçen yıl "Genelkurmay Karabekir'i kucaklamaya hazır mı?" diye sormuştum, bu yıl cevabını almış oldum.