Güneşi Gördüm filmiyle
Kürt sorununun yarattığı travmayı birçok yönüyle sinemaya aktaran yönetmen
Mahsun Kırmızıgül, bu kez de
Irak Kürdistanı'nda yaşanan "
Halepçe Katliamı" ile ilgili bir proje üzerinde çalışıyor. O insanlık trajedisinin öyküsünü sinemaya aktarmak istiyor.
Bir süre önce sinema çevresinden birkaç arkadaşla sohbet ederken, bu konu gündeme geldi. Deneyimli bir sinema emektarı bu arayışla ilgili ilginç, biraz da
komik bir anekdot anlattı.
Katliam emrini veren
Saddam Hüseyin rolü için Kırmızıgül'ün kafasında role çok yakıştırdığı bir isim vardı: Ünlü türkücü İbrahim
Tatlıses.
Ama Kırmızıgül'le Tatlıses'in araları uzun zamandır limoni olduğu için bir türlü
teklif götüremediği gibi haber de iletemiyordu. Nihayet bir gün Kırmızıgül'ün bir arkadaşı bu zor görevi üstlenerek; "Ben bu öneriyi İbrahim'e söylerim" demiş...
Ve bir
akşam içki masasında konuyu usulünce Tatlıses'e açmış. "Abi" demiş, "
Mahsun Kırmızıgül yeni bir film için
hazırlık yapıyor.
Halepçe Katliamı'nı bilirsin, film onunla ilgili ve filminde sana da önemli bir rol vermek istiyor... Senin ana karakterlerden birini oynamanı istiyor ama çekiniyor, ne dersin?"
Tatlıses bu öneriye içten bir
cevap vermiş: "Ne demek, seve seve böyle bir filmde oynamak isterim... Ancak hangi rolü oynayacağımı bilmem gerekiyor. Ben kimi canlandıracağım?"
Soru güzeldi ama aracının cevabı aynı güzellikte değildi:
"
Saddam Hüseyin'i abi..."
Tatlıses'in tepkisini ve ne yaptığını sanırım tahmin ettiniz... Tabii ki sadece "
Hayır" demekle kalmıyor, dövülmekten beter olan aracımız araya girmekten bin pişman masadan ve Tatlıses'in gazabından zor kaçıyor...
Umarız bu durum Tatlıses ve Kırmızıgül'ün limoni olan ilişkisini daha kötüye götürmez ve bu her yönüyle yetenekli ikili ortak projelere
imza atma fırsatı yakalar.
"Ufak bir 'La'ya
kurban gitmiş gül gibi rakımız"
Başbakan Erdoğan'ın son açıklamalarından en çok tepki alanı hiç kuşkusuz içki içenlere ilişkin söylediği "Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar..." sözüydü.
İçen de içmeyen de bu yaklaşımdan rahatsız oldu. Başbakan Erdoğan da bunu gördü ve gönül almaya çalıştı:
"O andaki gerilimim olarak alınsın. İnsanım. Hatasız kul değilim ki..."
Siyaset adına sevindirici bir adım... İçki tartışmaları sırasında yazmayı düşündüm ama olmadı. Belki şimdi tam sırası... Çünkü Başbakan Erdoğan'ın içki meselesine bu kadar sert çıkmasıyla taban tabana zıt bir anısı var.
Hem de tam 22 yıl öncesine ait. Yıl 1989... Başbakan Erdoğan, o zaman Refah Partisi'nin
İstanbul Beyoğlu Belediye Başkan adayı. SHP'nin güçlü olduğu bu ilçede Erdoğan farklı bir
seçim stratejisiyle müthiş bir çalışma yürütür ve seçimi kıl payı kaybeder. Bu başarıda Roman vatandaşlarımızdan Hacıhüsrevli Kudret'in katkısı büyüktür.
Seçim sonrası Kudret bir
kutlama düzenler. "Reis" Erdoğan'ı da davet eder. Bundan sonrasını Başbakan, Erdoğan, "Bir Liderin Doğuşu" kitabında şöyle anlatıyor:
"Bahçeye iki masa kurmuş, biri bizim için içkisiz, diğeri içkili. Bizim masanın ağırbaşlılığına karşılık Kudret'in masasında muhabbet almış başına gidiyor. Yerimden kalktım, 'Müsaade ederseniz ben sizin masanızda oturacağım' dedim Kudret'e.
Sohbetimizin bir yerinde, 'Başkanım' dedi Kudret: 'Bu içki niye
haram? Ne demeye kerahetten sayılmış rakı?'
Ona içkiyi yasaklayan ayetlerden söz ettim. 'İçkiliyken namaza yaklaşmayın!' ayetine gelince, biraz kafası karıştı. 'Sarhoş kafayla namaza duran biri, sureyi okurken, misal: 'La A'budu' diyeceğine 'La'yı unutup yalnızca A'budu dese, mana değişir. Tamamen farklı bir şey söylemiş olur' diyerek durumu izah ettim.
"Anladım Başkan" dedi. "Lakin, yazık olmuş; ufak bir 'La'ya kurban gitmiş gül gibi rakımız..."