Bence değil. Olmamalı da… Ancak pratikte Ortadoğu’da yaşadığımız bazı gerçekler bizi, bu konuda bir kez daha düşünmeye sevk ediyor.
İsterseniz gelin
Yavuz Selim’in bloğundan / günlüğünden bu konuya biraz daha derinlemesine bakalım. (http://sultanselim.blogspot.com/search?updated-min=2007-01-01T00%3A00%3A00%2B02%3A00&updated-max=2008-01-01T00%3A00%3A00%2B02%3A00&max-results=4)
Irak San'a Street'te dolaşıyorum. Bir dükkâna girdim. Averatec
laptoplar var. 600 dolara satıyorlar. Az biraz bakınca satılan note-book bilgisayarın Victory-Green Zone'daki PX'lerde satılan ABD’nin laptoplarından olduğunu gördüm. Ama PX'lerdeki bu bilgisayarın fiyatı 750 dolar kadar. Bu arada PX’in ‘Post Exchange’ olduğunu ve bunların aynı orduevleri gibi ve orduya bağlı olarak Türkiye’deki
Migros tarzı büyük süpermarketler şeklinde çalıştığını da belirtmeliyim.
Mağazadaki
satış elamanı ile az biraz muhabbeti arttırınca,
eleman ‘off-the-record’ bazı şeyler anlattı. Şöyle ki; ‘…üslerde çalışan Iraklılar, Amerikalı askerlerle güzel ilişkiler içine giriyorlar. Bir süre sonra da, bu Iraklılar, Amerikalılara önce
akıl / taktik veriyor. Sonra da
lojistik destek sağlıyor. Bunların aklına uyan Amerikalılar da, bir ‘pic-kup'ın arkasına üslerdeki orduya zimmetli laptoplardan 50-100 kadarını yükleyip dışarı çıkarıyor.
San'a Street'e gelip satıyor. Sonra geri dönüyorlar. İlk
havan topu düştüğünde de "…depoya düştü. 50-100 laptop hurdaya cıktı…" seklinde de
rapor tutuyorlar. Ayni durumu oradaki Türkmen’lerde; ‘…Tepe inşaatla çalışırken, Amerikalıların bir tır dolusu klimayı dışarı çıkarıp, piyasada satıp, sonra rapor düzenlediklerini…’ sıklıkla anlatıyorlar.
Gene Irak. Bu sefer Kerkük’teyim. Bana G-lock, Colt gibi
silahları satmak isteyen bir eleman çıktı. Bana, ‘Air Force'un özel tabancalarından, çelik yeleklerinden var’ diyerek. Bu bağlamda, bu bölgede,
karaborsa undergound market hesabi ile ayakları serin tuttuğu için
Amerikan askeri postallarının her yerde satıldığını da belirtmekte yarar görüyorum.
Olayı biraz daha inceleyip / deşeleyip öğrendiklerime gelirsek;
Amerikan askeri üstten dışarı çıkıyor ve silahını, çelik yeleğini, postalını ve benzeri para edecek eşyalarını satıyor. Sonra da üsse geri dönüyor ve; "teröristler tarafından saldırıya uğradım. Silahımı alet ve edevatımı zorla aldılar. Bir ara gafletlerinden yararlandım ve kaçtım. Canimi zor kurtardım" diyorlar. Amerikan askerleri bazen bu durumu / olayı gruplar halinde bile yapıyorlar.
İşin doğası gereği, böylesi bir söylem geliştiren ve gerçekleri çarpıtan askeri sorgulamak etik olarak çok zor oluyor. Amerikalılarda da zaten, o tarz bir sorgulayıcı zihniyet olmadığı için, bu durumun yalan olabileceği düşüncesi yetkililerin akıllarından bile geçmiyor. Çünkü Amerikan sistemi içinde,
direk güven üzerine kurulu / dayalı bir sistemleri var.
Yine ayni şekilde üsteki
mühimmat depolarından da pek çok malzemeyi dışarı götürüp satan Amerikan askerlerinin var olduğu da bilinen bir diğer gerçek. Böylesi durumlarda da, aynen rapor tutuluyor ve yola devam ediliyor. Tutulmasa da kimsenin umurunda değil. Kayıtlara bunlar da ‘kayıp’ diye giriyor.
Buradaki bir diğer önemli nokta da, Irak’da ki Amerikan askerlerinin çoğunun, çapulcu gibi olmaları. Çünkü bu askerlerin pek çoğu ABD vatandaşı bile değiller. ‘Green Card’ kazanma saikiyle buraya gelmiş olan kişiler ve burada 4 yıl askerlik yaparlarsa, kendilerine ABD vatandaşlığı kazanabilecekleri sözü verilmiş olan çok değişik milletlerden insanlar. Filipinli, Çinli, Panamalı ve Afrikalı olan bir ton insan var. Böylesi insanlardan oluşan Amerikan askeri birliklerindeki kişiler de zaten çok büyük rahatlıkla böylesi işlemlerde kolaylıkla bulunabiliyorlar.
Peki bu Amerikan askerlerinin denetimi diyeceksiniz, ne yazık ki Irak’taki orduların dentim ve disiplini sıfıra yakın. Denetim hak getire. Kimse neyin ne olduğunu bilmiyor. Kaldı ki, buraya gönderilen Amerikan askerlerine her 3 ayda bir rotasyon var. Bir asker bir noktada 3 ay kalıp, daha sonra da bir başka bölgeye alınıyor ya da geri dönüyor. Onlarda bu 3 aylık süreç içerisinde ne yaparsak kardır anlayışıyla hareket edebiliyorlar. Onun yerine gelenler, neyin ne olduğunu öğrenene kadar, iş işten geçmiş oluyor ve her şey de böylesine bir şekilde karman çorman yürüyor.
Anakonda üssündeyim.
Bağdat’ın 80 km. kuzeyinde. Burası ABD'nin Irak'taki en büyük hava ussu. Bizim Türk şirketlerinden birinin şantiyesinde, yapılan bir ihbar üzerine Amerikan askerleri
arama yapıyorlar. Ve bu arama sırasında, bir sürü Amerikan birliklerinden kaybolmuş malzemenin yanında, havan topu ve mermileri de bulunuyor.
Amerikan askerleri neredeyse toptan dumura uğramış durumdalar. O zaman diliminde, her gece üsse havan saldırılarının yapıldığı bir hengâmede, Türk inşaat şantiyesinden havan topları çıkıyor, hem de teröristlerin kullandıklarından... Sorguya çekiyorlar bizimkileri ve iş anlaşılıyor.
ABD askerleri, teröristlerden ele geçirdikleri malzemeleri bir yere yığıyorlar.
Bizimkiler de oraya girmenin bir yolunu bulmuşlar. Zaten bu bölgenin de ne bekçisi ne de tel örgüsü var. İçeri giriyorlar ve akıllarına ne eserse "beleş mal" yaklaşımıyla alıp götürüyorlar.
Hatta teröristlerden ele geçirilen, bir kısmı bozulmuş araçları attıkları yere gidip, araçları
tamir edip, üstüne bir de üs yönetiminden ‘üsse giriş kartı’ çıkartıp kullanıyorlar. Amerikalılar bunu öğrendiklerinde bayağı bir dumur oluyorlar. ‘…Hadi hepsini geçtik de, insan beleş de olsa, havan topunu ne yapmak için alır…’ diye kendi kendilerine soruyorlar. Ama herhangi bir işlem de yapmıyorlar. Üstünü kapatıp geçiyorlar.
Yine izin dönüsü Türkiye’den uçağa binmişim. Anakonda'ya iniyoruz. İndiğimiz pistte hiç kimse yok. 40 kadar
işçi var o kadar. Bizim yanımızda da 2-3 ton malzeme var ve biz uçağı boşaltıyoruz. Birazdan pickuplarla üstteki şantiyelerden bir 50 kadar işçi yanlarında malzemelerle geliyorlar. Onlar da izne gidecek elemanlar. Yanlarında gene tonla malzeme. İnsan ve malzeme değiş tokuşu yapılıyor. Sonra biz pickuplarla şantiyelere dağılıyoruz. Tüm bu esnada, ortamda tek bir Amerikalı bile yok. Pistin girişindeki
kontrol noktasından, elimizi kolumuzu sallayarak geçiyoruz.
Ne gidenleri arayan var. Ne gelenleri soran var. Ne getirdik, ne götürüyoruz
bakan hiç kimse yok. Üstten nükleer başlık çalmış olsak, rahatça götüreceğiz. Üsse kimyasal silah getirmiş olsak, rahatça getireceğiz.
O yüzden ben diyorum ki; Amerikalıları ve onun askerlerini gözünüzde fazla büyütmeyin. Aynı fazla büyütmeme Amerikan ordusu için de geçerli. Teknolojik üstünlükleri olabilir ama asker-
piyade bağlamında gerçekten de acz içindeler. Eğitim olabilir ama disiplinin zerresi yok. İtaat desen hak getire. Adeta; buralarda Bağdat merkez, kafasına göre herkes.
Eğer burada Amerikan askerleri ve üsleri bağlamında bu yukarıda yazdıklarımı biliyorsanız; ABD "silahlar kayıp" dediği ve böylesi bir resmi açıklama yaptığı zaman ben ve benim gibi bu bölgedeki gerçekleri bilenler içlerinden kıs kıs gülüyorlar. Evet kayıptır silahlar. Engelleyebilecek güçleri de yok, o ortamda. Ama
halk bunu duyduğu zaman "koskoca ABD, nasıl kaybeder. Bizzat eliyle veriyordur" diye düşünüyor o ayrı bir konu. Ha vermiyor mudur? Kanımca elbette veriyordur da. Ama onları
kayıt dışı olarak veriliyordur.
Kayıp olduğu bildirilen 190 bin silahın içinde yoktur bunlar. O 190 bin kayıp silahın çoğu Irak karaborsasında satılan, hatta yarısı kaçak yollarla Türkiye’ye giren ve el altından ruhsatsız satılan silahlar olsa gerek.
İşte
Kuzey Irak’ta ve Bağdat’ta işler böyle dönüyor. Ne dersiniz?..