İlahi
Cem Yılmaz!
Cem Yılmaz,
Bülent Arınç'ın bir kere daha maksadını aşan "
Hayat seks ve
içkiden ibaret değildir" sözlerine karşılık öyle bir soru sordu ki, meseleyi bütünüyle açıklıyor:
"Bülent Arınç mitoz bölünme ile mi dünyaya gelmiş!"
Cem Yılmaz söyler.
Cem Yılmaz'ın sözlerine kızılmaz, gücenilmez, tabii ki haddini aşmadığı müddetçe.
Bu sözü ile de haddini aştığını düşünmüyorum.
Ama Bülent Arınç, "Hayat seks ve içkiden ibaret değildir" derken haddini değil de maksadını aşmıştı.
Aslında Arınç'ın sözünde genel anlamda bir sorun yok.
Elbette hayat seks ve içkiden ibaret değildir.
Ama özele gelince, bazı insanların hayatında seks ve içki her şeyden daha önemlidir.
Onların kimler olduğunu, nasıl bir hayat tarzını talim ettiklerini Bülent Bey de elbette biliyor.
Bu gibi sözler genellenerek söylenince maksadı aşıyor.
Kim diyebilir ki özel hayatımızda seks önemli değil?
Tabiri caizse neredeyse dünya bunun etrafında dönüyor bile denilebilir.
Her insanın özel hayatında seksin öneminin oranları farklı olsa da ortalama yüzde 50'nin üzerindedir.
Mesela Ayşe Arman!
Yazdıklarına bakarsanız onun hayatında seks yüzde 99 önemli, diğer yüzde bir de içki olmalı. Hayatını seks ve içki etrafında tüketiyor olmalı.
Çevremizdeki insanlara soralım, hayıtınızda seksin önem derecesini yüzde olarak söyleyebilir misiniz?
Alacağınız cevaplar farklı olmakla birlikte yüzde yüzden elliye doğru gelir.
1-Eğer seks insan hayatında yeterince önemli olmasaydı neslin devamı mümkün olmazdı.
2-Eğer seks insan hayatında önemli olmasaydı Adem elmayı yiyince cennetten kovulmazdı.
3-Eğer seks insan hayatında önemli olmasaydı insanın karnı doyduktan sonraki ikinci ihtiyacı olarak kategorize edilmezdi.
Neyse, maksadım elbette Bülent Bey'e seksin önemini anlatmak değil.
Söylemek istediğim şu:
Bülent Bey gibi siyasiler elbette işlerini biliyorlar.
Ama bazı siyasiler söyledikleri sözlerin ertesi gün medyada nasıl yer alacağını, toplumda nasıl bir dalgalanma meydana getireceğini tahmin edemiyor olabilirler.
Onun için onlara önerim, her
mikrofon uzatana ayaküstü konuşmamak lazım.
Medyaya söylenecek sözler önceden hazırlanıp, nasıl algılanacağı, nasıl başlığa çıkarılacağı tahmin edilip ona göre söylenmeli.
Bu konuyu siyasetçi bilemeyebilir. Ama medya danışmanları onları bu konuda uyarmalı.
Şimdi...
Parlamento muhabirliği yaptığım zamanlardı.
Türkiye gündeminde epeyce yer tutmuş bir siyasetçi TBMM'deki
küçük ofisimize geldi ve bize şöyle dedi:
"Şimdi aşağıda x gazetesine beyanat verdim."
Çok merak ettik, "Ne dediniz beyefendi" dedik.
"Kan akacak
fıstık gibi olacak dedim" dedi.
"Eyvaaaah, gerçekten mi, kime söylediniz, hangi gazeteye söylediniz?"
"X gazetesi, muhabir A."
"Eyvah ki eyvah, yanlış yapmışsınız" dedik. "Hemen gidip bu konuşma off the record idi deyin yoksa yarın manşettesin hem de aleyhinizde" dedik.
Dediğimiz gibi oldu. Ertesi gün gazetenin manşetindeydi o söz.
Bu söz 28
Şubat sürecinde dindarlar aleyhine kullanılan sözler içinde en başta geliyordu.
Diyeceğim şu,
hakem golü verdikten sonra
itiraz etmenin, geri adım atmanın, geriye çekilmenin çok anlamı olmuyor.
Siyasilerin, özellikle güzel konuşması ile herkesin övgüsünü kazanmış birisinin söylediği sözün nerelere çekileceğini, nasıl yorumlanacağını, nasıl kullanılacağını önceden kestirebilmesi gerekiyor.
Tabii bu gibi sözleri kasıtlı, seçmene
selam babında söylemiyorlarsa...