Euro Bölgesi'nde (yani Euro para birimini kullanan 17
ülke grubunda) sorunlar her geçen gün büyüyor ama otoritelerin hâlâ kangren kolu kesmeye cesaretleri yok.
Pansumanla idare etmeye ve zaman kazanmaya çalışıyorlar. Ama kangren her geçen gün yayılıyor ve diğer Euro üyelerini tehdit ediyor.
Olayı çözmüş ekonomistler gayet iyi bilirler ki borç yükü çok yükselmiş bir devleti
kurtarmak, diğer bir deyişle, makul bir süreçte borcunu ödeyebilir hale getirmek çok zordur. İki çare vardır: Ya borç bir şekilde azaltılır ve mevcut gelir kaynaklarıyla ödenebilir hale getirilir. Ya da devletin geliri borcu ödeyebilecek seviyeye yükseltilmeye çalışılır.
Borcun mevcut gelire uydurulması en etkili ama hep en son istenen durumdur. Çünkü o ülkeye borç verenler bu durumda para kaybedecekleri için her türlü imkânı seferber eder ve bunun en son çare olmasına çalışırlar. Bunun için her türlü politik
baskı oluşturulur.
O nedenle ilk başvurulan çare (ya tutarsa mantığı ile) kamunun en azından borcunun
faizini ödeyecek ve biraz da anaparayı azaltacak kadar bir geliri ortaya koymasıdır. Bunun harcamaların kısılıp
vergi yükünün artırılmasıyla yapılması çok zordur. Çünkü o zaman ekonomi daralır. Büyüyemeyen ekonomi, artan vergi yükünü ödeyemeyeceği gibi tersine işsizlik başta olmak üzere sosyal sorunlar üretmeye başlar. Bir süre sonra hükümet mecburen vergi ve harcamalar üzerinden yeniden
destek vermek zorunda kalır.
O nedenle tek yol ekonomiyi büyütüp vergi gelirlerini artırmak ve bunları harcamayıp borç ödemesine kullanmaktır. Soru, ekonominin nasıl hızla büyütülebileceğindedir. Bunun en bilinen yolları para biriminin devalüe edilerek ihracatı (ihracata yönelik yatırımları) körüklemesi ve/veya enflasyon artışı ile iç talebi desteklerken aynı zamanda borcun nominal değerinin azaltılmasıdır (borç yapısı buna izin veriyorsa).
Bugün kamu borçları çok büyümüş olan
küçük Euro üyelerinin bu kanallardan ekonomilerini büyütme şansları yok. Ne değerini ayarlayabilecekleri para birimleri ne de para basacak merkez bankaları var. Ve artık kamunun tasarruf yapacak gücü kalmamış durumda. Bu durumdaki ülkelerden Yunanistan'ın 2015 yılında borcunu ekonomisinin % 165'inde tutabilmesi için her yıl bütçesinden ekonomisinin % 10'u kadar, İrlanda'nın ise borcunu % 125'te tutabilmek % 13'ü kadar faiz dışı fazla vermeleri gerekiyor. (
Tablo) Bu boyda ülkelerin bu büyüklükte tasarrufları yapmaları mümkün değil. Tek çareleri, borçlarını bir an evvel daha fazla büyümeden ödenebilir hale getirmek. Örneğin, üçte birini ödemeyip kalan kısmının vadesini uzatmak. Ve hatta bu kısmın faiz ödemesini de ekonominin büyümesine endekslemek.
Maalesef AB gerekeni yapamıyor çünkü bu ülkelerin borçlarının çoğu yine AB bankalarında (sırasıyla
Almanya,
Fransa ve
İngiltere, grafik). Eğer sorunlu ülkeler borçlarını azaltırlarsa bu bankalar ciddi zararlar yazacaklar.
Tahvilleri elden de çıkartamıyorlar çünkü piyasa fiyatı çok düşük. Bu zararları karşılayacak sermayeleri olup olmadığı belli değil. Tahvilleri vade sonundaki nominal değerinden değerleyip vadesi geldiğinde eksiksiz ödenecekleri umuduyla öyle bekliyorlar. Durum böyle olduğu halde, geçen yıl ortasında tahvil zararlarını dikkate almayan stres testleriyle güven yaratılmaya çalışıldı. Sonra da testten sağlam çıkan bankalar kamulaştırıldı. Şimdi piyasalarla alay edercesine bu testlerin daha güvenilir şekilde tekrar edileceği konuşuluyor. Ama yalancı çobana kaç defa güvenilebilir ki?
Cesaret yoksa çözüm de yok
Bu köşede daha önce detaylarını verdiğim üzere, AB bir kurtarma mekanizması kurmuş durumda. Bunun en büyük kısmını büyük Euro üyelerinin garantilerine dayanarak borçlanıp kendi kaynağını oluşturmaya çalışan 440 milyar Euro'luk
EFSF adlı bir fon oluşturuyor. Fon, önümüzdeki günlerde ilk borçlanmasını yapacak. Bununla sorunlu ülkeleri finanse ederek zaman kazanmaya çalışıyor ve bu süreçte bir ümitle bu sorunlu ülkelerin yeteri kadar tasarruf yapacaklarını hayal ediyorlar. Son 1 yıldır görüldüğü üzere, bu tasarruflar yapılamadığı gibi sorunlar daha da büyüdü ve artık bu kurtarma mekanizmasının boyutunu da tehdit eder hale geldi.
Almanya, Fransa gibi büyük AB ülkeleri, kurtarma mekanizmasının gücünü artırmaya yanaşmıyorlar. Çünkü bu yapıldığında kendi borç dinamiklerini bozma, borçlanma maliyetlerini artırma ve hatta ratinglerini düşürme riskleri var. Ayrıca bir Alman politikacı için başka bir ülke yerine kendi bankasına destek vermek kamuoyuna daha kabul ettirilebilecek bir karar.
Bu mekanizmanın yanında
Avrupa Merkez Bankası (ECB) ikinci piyasadan sorunlu ülkelerin tahvillerini alarak da destek veriyor. Ama artık o da yolun sonuna yaklaştı çünkü bu işten yazdığı zararları, sermayesini ve dolayısı ile itibarını tehdit eder boyuta geldi.
Yolun sonuna geldiğini hisseden AB otoriteleri artık iyice panik yapmaya başladılar. Muhasebe oyunlarıyla piyasayı ikna etme stratejisinde kantarın topuzunu iyice kaçırdılar. Masaya getirilen en son
öneri, sorunlu ülkelere ESFS üzerinden kaynak aktarıp ikinci piyasada % 30-40 ucuza satılan kendi tahvillerini aldırmaları (veya ESFS'nin tahvilleri alıp ilgili devletten daha uzun vadelilerle
takas etmesi). Çünkü yukarıda belirttiğim gibi ECB'nin nefesi kesilmeye başladı ve ülkelere
yardım edeyim derken pislik ECB'de toplanıyor). Akıllarınca bunu ülkelere yaptırınca, borç yükünü ucuza azaltmış olacaklar. Sanki ne olup bittiğini ESFS'e borç verecek olanlar anlamayacaklar.
AB'nin sorunları, Almanya ve Fransa, Euro Bölgesi'nin borçlarını garanti etmeyi kabul etmedikçe bitmeyecek ve her geçen gün artan maliyetlerle içinden daha da çıkılmaz bir hale girecek. Zaten süre uzadıkça ortadaki yük daha da artıyor ve Almanya ile Fransa'nın bunu garanti etmeleri olasılığı daha da azalıyor.
O nedenle eninde sonunda Euro'nun küçük üyeleri borçlarını yeniden yapılandırmak zorunda kalacaklar. Olayı anlayabilecek kalitedeki ekonomistler, bu borcu vermiş olanlara çok daha büyük zarar verip global ekonomiyi yeniden resesyon tehdidine sokmadan bunun yapılmasını öneriyorlar. AB otoriteleri ise bunu dikkate almamakta ve alengirli muhasebe oyunları ile durumu idare etmeye çalışmakta ısrar ediyorlar.