Şampiyonluğa oynamak ile
şampiyonluğa ulaşmak arasında yaşanan süreç, hiç de yabana atılmayacak ayrıntıları ve yeterlilikleri içerir.
Her
sezonun başlangıcında birkaç
takım şampiyonluğa soyunur. Ama sona gelindiğinde, yalnızca en az hatayı yapan şampiyon olur.
Bazen büyük yatırımlar yaparsınız. Pahalı, popüler
oyuncuları kadronuza katarsınız. Camianıza farklı bir heyecanı sunar,
futbol gündeminin ilk sıralarını kaparsınız. Ama yetmez. Eğer kurduğunuz kadrodan iyi bir takım çıkmamışsa, yarışa havluyu atarsınız.
Oturmuş bir kadronuz vardır da... Bazen birkaç takviye ile onu çok daha yukarılara taşıyacağınızı sanırsınız. Ama oyuncu seçimleri gereksiniminiz olan pozisyonlarda değilse,
teknik adamınızı da değiştirseniz nafile! Paranızı sokağa saçar, umudu bir başka bahara bırakırsınız. Rakipleriniz alır başını gider, siz arkalarından bakakalırsınız.
Bazen isabetli bir seçimi yapar, doğru teknik adamı yakalarsınız.
Kadronuz,
rakiplerinizden daha mütevazıdır. Bütçe olanaklarınız da kısıtlıdır ve daha az para harcarsınız. Başlangıç
hedefiniz, yarışın içerisinde olmaktır. Ama takım olma sürecinde hızla yol alırsınız. Devamlılığı yakalar, beklenenin ötesinde aşama yapar, iyi oynar, rakiplerinizle arayı açarsınız. Koşullar öyle bir oluşur ki, şampiyonluğun en güçlü adayı ilân edilirsiniz. İşte asıl zorluk da ondan sonra başlar.
Zirvede durmak, hedef haline gelmek demektir. Her rakip, haklı olarak sizi çelmelemek ister. Her oyun, geçmiştekilerle kıyaslanmayacak ölçüde zorlaşır.
Ligin boyu kısaldıkça, tansiyonunuz yükselir. Bir yandan
baskı artar, diğer yandan gerilim. Telaş, panik, endişe birkaç adım ötenizde durur. En ufak bir sendelemede, benliğinizin parçası olur.
Keyifle huzursuzluk at başı gider. Kazandığınızda birine, kaybettiğinizde ötekine geçersiniz. Böyle durumlarda sakin olabilmek önemlidir. İnancı pekiştirmek, güveni yükseltmek, birlikteliği daha yukarı taşımak, bireyselliği değil takımdaşlığı ön planda tutmak, daha profesyonel yaşamak, daha çok çalışmak, daha fazla mücadele etmek de önemlidir.
Lâkin bir dost eliyle sırtın sıvazlandığını hissetmek, sevgiyi, takdiri, şefkati samimi bir
destek olarak tıpkı bir başucu kitabı gibi kafanın her çevrildiğinde yanı başında görmek, hem de çok çok önemlidir.
Bunu yapacak olan ise ne teknik adam ne de yönetimdir.
O dost eli,
taraftardır. Zaten taraftar da onun için vardır. Yalnızca kazanırken değil, kaybederken de gönül desteğini sunabiliyor ve yalnızca iyi günde değil kötü günde de takımının yanında durabiliyorsa o kalabalığın adı taraftardır.
Trabzonspor-
Ankaragücü maçının iki olumsuz sahnesi gözümün önünde. Biri
Avni Aker'deki boşluklar. Ötekisi ve daha önemlisi,
Burak oyundan çıkarken bir gruptan yükselen protestolar.
İlki
ihmal, ikincisi ayıp!
Bu sahneler tekrarlanırsa, hiç kuşkunuz olmasın
Trabzonspor, bu sezon da geçmişte kalan birçok sezonda olduğu gibi sadece şampiyonluğa oynar. Taraftar taraftarlığını bilir, koşullar ne olursa olsun gönül desteğini samimi bir şekilde sunarsa... O zaman işin şekli değişir, yarışı yine önde giden favori olarak sonuna kadar zorlar.
Büyüklerin tartı haftası
Sezonun en ilginç haftası bu.
Lig tarihinin 5 şampiyonu, 5 gün içerisinde 3 ayrı maçta tartıya çıkacak.
Mesela
Beşiktaş'ın bugünkü Trabzon-spor
kupa maçında gerçek performansı sınanacak. "F.
Bahçe,
şampiyonluk yarışında tamam mı yoksa devam mı diyecek?" sorusunun yanıtı da yine bir başka Trabzonspor karşılaşmasında alınacak. Yeni
transferleri ve yeni oyun sistemiyle
Galatasaray'ın performansını nereye taşıdığı,
Bursaspor deplasmanında ortaya çıkacak.
Yani hafta, öncelikle ve özellikle
üç büyükler açısından bir tartı haftası olacak.
Beşiktaş, hiç kuşku yok ligin şu sıralar en heyecan verici takımı.
Guti ve Quaresma'dan sonra, geçici transfer döneminde aldığı Simao,
Almeida ve
Fernandes ile son yılların en dikkat
çekici kadrosunu oluşturdu. O kadro,
Bucaspor karşısında oynadığı futbol ve aldığı sonuçla daha ilk maçında zirveye vurdu. Beşiktaş, çabuk, etkili, keyifli hücum futbolunu, ligin tartışmasız en iyi takımı olan Trabzonspor karşısında sahaya ne ölçüde yansıtabilir?
Oyunu iki yönüyle de iyi oynayan Trabzonspor orta alanının yönlendireceği ataklar karşısında, takım savunması iyi olmayan Beşiktaş, arka alanda pozisyon vermeden ne kadar süre dayanabilir? Açıkçası kendi adıma ben, merak ediyorum. Ligde 17'de 17 sloganıyla yola çıkan Beşiktaş'ın, ilk kez üst düzey bir rakiple oynayacağını ve gerçek kimliğinin büyük ölçüde bu
akşam ortaya çıkacağını hatırlatarak, haftanın futbol keyfi en yüksek oyununun da bu olacağını düşünüyorum.
Zirve yarışı bu hafta yeniden başlayabilir. Ya da şu an hafif fluluğu içeren zirve fotoğrafı, tamamen netleşebilir.
Fenerbahçe-Trabzonspor maçı, Fenerbahçe açısından tam bir "olmak ya da olmamak" maçı.
F.Bahçe kazanırsa fark 4 puana inecek. Kaybe
derse 10 puana çıkacak. Maç berabere biterse Trabzonspor avantajını önemli ölçüde koruyacak. Bu hesaplar, özellikle de F.Bahçe açısından hem kafa karıştırıcı hem de tedirgin edici.
Oysa Fenerbahçe'nin tek şansı var: kazanmak. Peki, kazanabilecek bir takım yeterliliğinde mi? Antalyaspor performansına bakarsanız kuşkulu. Oyun yapısındaki tek olumlu değişiklik, takım savunmasını biraz daha iyi yapması. Kafa yapısındaki olumlu değişiklik ise artık kaybetmeye tahammülünün olmadığı ve takımdaşlığı güçlendirdiğinde başarıyı yakalayabileceğini anlaması.
Fenerbahçe için sırat köprüsü olan maç, Trabzonspor için biraz daha farklı. Çünkü onun kaybetme lüksü var. Yani kaybettiği zaman Trabzonspor için oyun bitmiyor. Yarışa yine zirvede ama bu defa opsiyonlarını azaltarak devam edebiliyor.
Böylesine kritik bir oyunda 7 puanlık farkın getirdiği rahatlıkla sahaya çıkmak, en azından baskıyı biraz daha az hissetmek açısından büyük avantaj.
Ancak bu tür maçların ilginç bir özelliği var. Çoğu kere baskıyı daha yoğun hisseden, daha yoğun konsantre olabiliyor. Geriden gelen takım, çoğu kere puan farkıyla önünde duranı yenmeyi pekâlâ beceriyor.
Büyük bir taraftar desteğini arkasına alarak oynamak, kuşkusuz Fenerbahçe'nin hem coşkusu, hem güveni hem de iştahını artıracak. Ama Fenerbahçe yine de savunmaya ağırlık vererek kontrollü oynayacak. Heyecanın, çekişmenin, mücadelenin üst düzeye ulaşması beklenen maçın, bana göre oyun kalitesi vasatı zor bulacak.
Galatasaray, yeni transferleri ve yeni oyun anlayışı ile ne yapacağı merak edilen bir başka takım.
Hagi, savunmasında riskleri minimize etmeye çalışarak takımını oynatmak istiyor. Ancak bunu henüz başaramıyor. Pozisyon üretmekteki sancılar da sürüyor. Bursaspor gibi takım savunmasını iyi yapan bir rakip karşısında Galatasaray'ın aman aman bir üretkenliği ortaya koyabileceği uzak ihtimal.
Ligin en dengeli takımlarından biri olan Bursaspor karşısında, Galatasaray'ın neler yapabileceğini de merak ediyorum.
Büyüklerin tartı haftası, futbolla dolu geçsin, bir de bunu diliyorum.
Kalk, benim yerim!
Yer,
Londra.
Stat, Stamford Bridge.
Maç,
Chelsea ile
Arsenal arasında.
Tribünlerdeki
seyirci sayısı 7 bin civarında.
Bu sayıyı sakın ola küçümsemeye kalkmayın!
Bir kere bu,
genç takımların karşılaşması. Yani ilgi, bizde bir gün sonra oynanan Antalyaspor-Fenerbahçe maçındakinden çok daha büyük. Ama asıl anlatmak istediğim, bu önemli ayrıntı değil.
Chelsea'nin Teknik Direktörü Carlo
Ancelotti, maçı izleyenler arasında. Tribünlerde nasıl olsa boşluklar var ya... Beğendiği bir koltuğa kuruluyor. Fakat o da ne? Biraz sonra yaşı ilerlemiş bir bayan geliyor ve "Kalk" diyor, "Burası benim yerim." Bayanın Ancelotti'yi tanımaması uzak olasılık. Ancak karşısındaki Chelsea'nin teknik direktörü de olsa onun için fark etmiyor. O koltuğun kendisine ait olduğunu biliyor ve boşaltılmasını istiyor.
Ancelotti'den en ufak bir
itiraz yok. Kalkıyor ve başka bir yere geçiyor.
Geride bıraktığımız haftanın, internet sitelerine de düşen en ilginç görüntüsü bu.
Şimdi, bazılarınız diyeceksiniz ki "Bunda ne var?"
Ders almamız gerek çok şey var.
Bizde, hadi sıkıysa gidin de çoğu tribünde, hele fanatik grupların arasında "Burası benim yerim" demeye kalkın.
Yerinize oturmanızdan vazgeçtim, bir de azar işitirsiniz. Üstelemeye yeltendiğinizde tribün şiddetinin hedeflerinden biri haline gelirsiniz.
Hani futbol kültürü diye zaman zaman gündeme taşıdığımız, o bir türlü yanımıza yöremize uğramak bilmeyen, fakat aslında bu oyuna anlam, değer yükleyen kavram var ya.
Onun bizi çok ilgilendirmesi gereken yansımalarından biri bu anlattığım. Yani saygı!