Elimde 'Tarihin
Şeref Levhaları' kitabımın 108. baskısı var. Bir köy enstitüsü öğretmeninin, neden geçmişi kötülemeye ihtiyaç duyduklarını anlattığı itirafı da yer almaktadır bu kitapta.
İsterseniz sözü uzatmadan birlikte okuyalım, öğretmenin geçmişimizi kötülemeye neden ihtiyaç duyduklarını anlatan itiraflarını:
***
-Köy enstitülerinin faaliyetlerinin hızlandığı devrelerde idi. Okulumuzda sıkça tiyatrolar düzenler, padişahları ve din adamlarını palyaço şekline sokar, pos bıyıklı, süpürge sakallı bunaklar halinde canlandırırdık. Böyle tanıtmalardan dolayı da o günün yönetiminden takdir alır,
teşvik görürdük. Bir gün yine bir
müfettiş gelmiş, biz de aynı tip bir piyes hazırlayarak iltifat göreceğimizi ummuştuk. Piyes bittikten sonra takdirlerini beklediğimiz müfettiş bizleri öğretmen odasına toplayarak tenkitlerini şöyle yaptı:
-Padişahı ve din adamlarını neden bu kadar pejmürde ve bunak halde gösteriyorsunuz? Onlar sizin canlandırdığınız kadar zavallı ve idraksiz olsalardı, Akdeniz'i Türk gölü haline getirebilirler miydi? Doğuda Türkistan'ı aşar, batıda ise Viyana'ya ulaşabilirler miydi?
-Efendim dedik, öyle olduğunu biz de biliyoruz; ama bizden geçmişimizi böyle kötülememiz isteniyor, bundan dolayı da takdir alıyor, teşvik görüyoruz.
Bu defa müfettiş büsbütün kızdı da dedi ki:
-Evladım, o teşvikler halkın geçmişe olan bağlılığını yıkarak yeniyi benimsetmek içindi. Şimdi ise yeteri kadar kötüleme yapılmış, geçmişe olan bağlılık yıkılarak yenisi benimsetilmiş, kötüleme kampanyasına ihtiyaç kalmamıştır. Ecdadınızı aşağılamaktan vazgeçin artık.
Evet, kitapta geçmişimizi neden kötülemeye ihtiyaç duyduklarını anlatan bu itirafın arkasından bir başka kötüleme örneği de şöyle verilmektedir:
- Son derece kibirli bir din adamı olan Ebussuud efendi, şikayet üzerine çıkarıldığı Kanuni'nin huzurunda Elpençe divan dururken Kanuni şöyle çıkıştı:
-
Hocaefendi üstüm başım kirlenir diye halkın arasına karışmıyormuşsun. Bugünden itibaren maaşına zam yapıyorum. Kibirden doğan kirlerini bu para ile kolayca yıkayasın da halkın arasına karışasın! diye.
Cumhuriyet dönemi tarihçimiz, Kanuni ile hocası Ebussuud Efendi'yi işte böyle karşı karşıya getiriyor, böyle azarlattırıyor derin saygı duyduğu hocası Ebussuud Efendi'yi.
Şimdi bir de Süleymaniye'deki Esatefendi Kütüphanesi'nde 372-91 numarada kayıtlı bulunan Kanuni'nin savaş meydanında Ebussuud Efendi'ye kendi el yazısıyla yazdığı
zafer için dua isteyen edep ve nezaket şaheseri mektubuna bakalım.
Asakir-i
İslam'ın muzaffer olması için duasını istediği Ebussuud Efendi'ye karşı Kanuni'nin üslup nezaketine, saygı sevgi ifadelerine bakın lütfen:
-Halde haldaşım, sinde sırdaşım, tarik-ı Hak'ta yoldaşım,
ahiret karındaşım Molla Ebussuud Hazretleri! Dua-yı Huda'yı ifadeden sonra nedir haliniz ve nicedir lazimü'l-ihtiyacınız? Sıhhat ve afiyette misiniz? Hazret-i Hakk'ın hazine-i hafiyesinden kemâl-i ihlas ile niyaz olunur ki, evkat-i mübârekede bu muhiblerini kalb-i şeriflerinden
ihraç ve iz'aç etmeyeler; ola ki, bu meydan-ı gazada küffar-ı hakisar münhezim ve mükedder, asâkir-i İslâm da mansur ve muzaffer olup, rızaullaha muvafık amel ola.." İmza: 'Ed-dua, sümme'd-dua, bende-i Huda, Süleyman-ı bîriya!'
Evet yanılmıyorsunuz, Cumhuriyet dönemi tarihçimizin huzurunda elpençe divan durdurarak azarlattığı Ebussuud Efendi'ye Kanuni savaş meydanından yazdığı mektubunda asakir-i İslam'ın muzaffer olması için duasını istiyor,
imzasını da böyle atıyor: Ed-dua, sümme'd-dua, bende-i Huda, Süleyman-ı bîriya!
Bunlardan sonra akla gelen soru: Milletimizin geçmişine duyduğu saygıyı yok edemediklerini görenler, ecdadı kötüleme gerekçesinin hâlâ devam ettiğini mi düşünüyorlar ki, kötüleme kampanyasını sürdürüyorlar?