"Endişeli modernler" in gelecek endişeleri ile muhafazakâr kesimin geçmişte yaşadıkları ve birçok zeminde hâlâ yaşamakta olduklarını karşılaştırmak, biliyorum, abesle iştigal, ama gün geçmiyor ki bu abesle iştigal ettirilmiyoruz.
Abesle uğraştırmak bir hakikati sulandırmanın, ona karşı en temel insani duyarlılıkları köreltmenin bir yolu. Başkasına yapılanın karşısına hemen kendine yapılanı büyüterek öne sürmek, kendiyle yüzleşme gereği hasıl olduğunda aynayı hemen başkasına tutmak, vicdana davet edildiğinde hemen kâr zarar hesabına girişmek...
Ne yapalım insanlık durumunun bir de böyle bir seviyesi var ve bu seviye hak-hukuk mücadelesini biraz ciddiye alanın, bu mücadeleye hayatında bir nebze yer ayıranın sıkça yoluna çıkar.
Bir insanlık durumu olarak
siyasette belirleyici olan asıl etkenin "dostluk" ve "düşmanlık" olması aynı zamanda trajedimizin de bir parçası. Siyaseti bir erdem arayışı olarak benimseyenlerin, kendilerinden çok önce belirlenmiş bir husumet çemberine yakalanmadan iş görmeleri imkânsız gibi görünüyor. Kendi için istediğini başkası için de istemenin veya kendisi için istemediğini başkası için de istememenin tuhaf sayıldığı bu çemberde, erdem mücadelesinin de kendine özgü bir "dost-düşman" eksenine düşmesi kaçınılmaz oluyor.
Bu kadarı normal, tabi "devamı" da normal olsa da bir kader değil ve bu çembere karşı erdem mücadelesinin işinin sadece çok daha zor olduğunu hatırlatmalı. Bu yanıyla trajedimiz aşılmaz bir kader değildir. Ama yine de "devamı" dediğimiz şey erdem-eksenli bir
ittifak ve husumetin
iktidar süreci içinde "araçsallaşabilmesi", "dünyevileşmesi" ve değişmez kategorileştirmelere saplanmaya başlamasıdır.
Neyse, buradan sonrası başka bir konuya girer...
Balyoz eylem planına dair ortaya çıkan yeni belgeler darbecilerin "mütedeyyin insanların eğitim imkanı aradıkları son bir kaynak" olarak değerlendirdikleri "açık
öğretim liseleri"ni kapattırmayı bile düşündüklerini gösteriyor. Hazırlık raporunda sayıları yüzbinleri bulan
İmam-Hatip lisesi öğrencilerinin şimdiye kadar alınan başarılı "önlemlerle" (!) eğitim almalarının nasıl engellenmiş olduğu rakamlarla gösterilmekte ama artık üniversitelere "sızma" yolu kalmamış olan bu kesimlerin yine de üniversiteye gidebilmek için bu yola tevessül etmekte oldukları ve bu nedenle bu yolun da tıkanması için önlemler alınması
teklif ediliyor.
Eğitim hakları bu şekilde engellenmesinde, bir bakıma eğitim soykırımına maruz bırakılmalarında beis görülmeyenler bu ülkenin çocukları, gençleri. Bu çocuklar, hayatlarının baharında eğitim imkanlarından tam bir suikast mantığıyla mahrum bırakılmak için ne yapmış olabilirler? Bu kadar düşmanca bir tutumu hangi özellikleriyle hak etmişler? Bir darbeyle de olsa yönetimine talip olunan bu ülkenin sonuçta milyonlarca insanını etkileyecek bu düşmanlık tohumunu serptikten sonra nasıl bir
toplum biçilmesi öngörülüyor?
Aman Allahım! Bu gençlerin geleceklerini karartmak onları hayattan kopartmak üzere nasıl bir "
harp oyunu" oynanmış, nasıl bir dâhiyane zekâ performansı sergilenmiş.
"Başarıya ulaşmamış nasılsa" demek hepimizin zekâsıyla dalga geçmek olur, bu son girişim daha önce yapılanların ve yapılmaya devam edenlerin sadece son halkasını oluşturuyor. Katsayı uygulaması bir anda ülkenin düşmanı olarak ilan edilen İmam-Hatiplilerin ve onlarla birlikte meslek liselilerin hayatını 13 yıl boyunca karartmaya devam etti. Son yapılan o faşist ve erdemden zerre kadar nasibi olmayan uygulamada unutulmuş bir havalandırma boşluğunun da kapatılması planından ibaret. Çok daha beteri zaten yapılmıştı, yapılıyor da.
Oysa bugün Prof. Yusuf
Ziya Özcan idaresindeki YÖK idaresinin benimsediği eğitim stratejisi okumak isteyip de okuyamayan hiç kimsenin kalmamasını öngörüyor. Herhangi bir insanı eğitim fırsatından mahrum bırakmak, hangi gerekçeyle olursa olsun insanlık dışı ve yargılanıp mahkûm edilmesi gereken bir uygulamadır.
Türkiye'nin sosyolojisi aslında toplumun her tabakasının merkeze taşınmasını mümkün kılan bu yüksek eğitim seferberliği dolayısıyla her geçen gün değişmektedir. İsmet Berkan'ın yazdığı gibi bu dönemde daha öncekilerle karşılaştırılamayacak oranda bir nüfus çevreden merkeze taşınmıştır. Bu sosyolojik hareketliliğe imkân tanıyan bir siyaset Türkiye için yeni bir siyasettir, erdemli ve kucaklayıcı bir yaklaşımın gereğidir.
Açıkçası bugün endişeli modernlik olarak ifade edileni haklı çıkaracak tek şey düne kadar her türlü ayırımcılığa maruz bırakılması "normal" gibi görülüp kanıksanmış olan kesimlerin üzerindeki bu pranganın gevşemesinden ibarettir. Onların yaşadıkları ve birçok yerde hâlâ yaşamaya devam ettiklerinin karşısına canının istediği noktada
içki içememek gibi bir "
baskı" türünü
icat edebilmek en hafif deyimiyle tam bir pişkinlik örneği.
Bu pişkinliğe karşı "pes" demekten başka söylenecek bir şeyin olmamasını da trajedimize ilave edebilirsiniz.