Daha önce de belirtmiştim: Türkiye’de “liberal” kavramını biraz yanlış kullanıyoruz. Mesela çoğu insanın zihninde ne Kemalist ne de
dindar olan her şahsiyet doğrudan “liberal” olmuş oluyor. Oysa bir insan hem dindar hem de liberal olabilir; inandığı dini bir siyasi ideoloji gibi algılamıyorsa...
Öte yandan “sosyal demokrat” hatta düpedüz “sosyalist” olan kalemlere bile “liberal” diyoruz. Bu aydınlar, siyasi özgürlükleri savundukları için, sahiden de liberal pozisyonlar alıyorlar. Ama sonradan benimsedikleri liberal ilkelerin yanında, sol geçmişlerinden kaynaklanan bazı reflekslerin de olduğunu düşünüyorum.
Bu reflekslerin başında da kanımca “milliyetçilik fobisi” geliyor.
Bence böyle bir fobi var, çünkü bu aydınların gözünde milliyetçiliğin her türlüsü mutlaka kötü, mutlaka fena. Dahası, her yerden kapı dışarı edilmesi, “nerede görülürse ezilmesi gereken” bir şey. Hükümetin ve Başbakan’ın en büyük faulü de sık sık “milliyetçiliğe
prim vermek”.
Bu milliyetçilik alerjisinin kuşkusuz anlaşılır sebepleri var. Çünkü Türkiye’de hem devlet hem de
toplum, milliyetçilik adına çok yanlış işler, çok büyük zulümler yaptı. 6-7
Eylül vahşetinden
Maraş katliamına,
Hrant Dink suikastinden
misyoner cinayetlerine kadar pek çok karanlık sayfa var, “ milliyetçilik” mürekkebi ile yazılmış olan.
İyi ama milliyetçilikten bunlar çıkmış da, “sol”dan neler çıkmış? Dev-Sol ve daha nice komünist
terör örgütü kan dökmedi mi ülkemizde? Dünyaya baktığımızda da Stalin, Mao veya Pol Pot gibi korkunç katliam makinaları yok mu, solun kara kitabında?
Şimdi ben buna bakıp da “her solcu potansiyel bir Stalindir” desem, kuşkusuz saçmalarım. Yahut Lenin’in “proleterya diktatörlüğü”ne bakıp, “sosyalizm
demokrasiyle asla bağdaşmaz” desem de yanılırım. “Dönek Kautsky” gibi faydalı solcular sayesinde açılmış dev “sosyal demokrasi” damarını görmemiş olurum.
Milliyetçiliğe de bence böyle bakmak, hemen her ideoloji gibi onun da sert veya ılımlı, otoriter veya demokrat versiyonları olabileceğini görmek gerek. (Mesela Mümtaz’er Türköne, Zaman’daki usta yazılarında, demokrat bir milliyetçilik vizyonu geliştirmeye çalışıyor.)
Kabul; milliyetçiliğin bir numaralı siyasi adresi olan MHP’nin mevcut dili, liberal açıdan hiç açıcı değil. Ben de Devlet Bahçeli’den duyduğum her on sözden sekizine hiç katılmıyorum. Ama merak da ediyorum: Söz konusu “ liberaller”, başka partiler için açtıkları “değişebilirlik” kredisini neden MHP’ye hiç açmıyorlar?
Ya da
Kürt milliyetçilerini “anlamak” için gösterdikleri gayreti neden Türk milliyetçilerinden esirgiyorlar?
Korkarım MHP’ye yönelik bu kategorik reddiye, bu partiyi ve tabanını daha da izole ve reaksiyoner hale getiriyor.
Dikkat ediyorum, çoğu dostum olan ve kendileriyle çok konuda uzlaştığım söz konusu aydınların düzenlediği toplantılara, panellere katılırken: Çoğulculuğa önem veriyorlar ve dolayısıyla Türkiye’nin hemen her kesiminden insanı davet ediyorlar: Bir bakıyorsunuz
Kürtler var, Aleviler var, İslamcılar var, çeşit çeşit solcular var. Var
Allah var. Bir tek ülkücüler yok!
İyi ama ülkücüler de bu ülkenin bir rengi; milliyetçilik de bu toplumun bir değeri.
Öcüleştirmek yerine anlamak, dışlamak yerine konuşmak daha doğru olmaz mı?
Ve “
sivil anayasa” yaparken, her kesime söz düşecek de milliyetçilere düşmeyecek mi?