Sayın Deniz Baykal'ı
CHP başkanlığından ayıran süreci içime sindiremememe karşın; Sayın
Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminden
Türkiye adına umutluyum.
Türk siyasal yaşamındaki "savrulmalardan" elbette CHP de nasibini alıyor ve elbette; CHP içinde hiç hoşuma gitmeyen gelişmeler oluyor ama bunları "
siyasetin cilveleri" olarak değerlendirmek; sanıyorum pek de yanlış olmaz. Ancak kimi CHP'lilerin siyaseti gerginlik üzerinden yapmaya çalışmasını çok yanlış buluyorum.
Sayın Kılıçdaroğlu öncesinde CHP; sadece
laiklik üzerinden siyaset yapmaya çalışırdı. Buradaki beklenti laiklik konusunda çok duyarlı olan kesimin muhalefetini canlı tutmaktı. Bu çok duyarlı kesim öyle sanıyorum ki; toplumumuzun yüzde 20'si civarındadır. CHP'nin eski siyaseti bu kesimin beklentilerine uyuyordu ama CHP'yi
iktidar ya da iktidar ortağı yapmaya yetmiyordu. Herhalde Kılıçdaroğlu ve ekibi bu durumu değerlendirdiler ve elbette laiklik konusundaki duyarlılıklarını sürdürmelerine rağmen; laiklik dışındaki konulara da ağırlık vermeye başladılar. Ancak; bu kez de "gerginlikler" üzerinden siyaset yapma çabaları gözlemeye başladık. Oysaki gerginliğin kimseye yararı yok...
Xxxxxxxxxxxxx
Siyasette gerginlik
demokrasi dışı çözümler arayan maceracıların işine gelir. Demokratik yollardan iktidara gelmenin umut ve sorumluluğunu duyan hiçbir örgütün; gerginliğe
prim vermesi düşünülmemelidir.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Kars'ta Mehmet Aksoy'un yapmakta olduğu
heykel için "ucube" tanımını yapması ve kaldırılmasını istemesi gereksiz gerginlik ve tartışmalara yol açtı. Heykelle ilgili bir görüş dile getiremiyorum. Zira henüz tamamlanmamış bir çalışma. Mehmet Aksoy 1960'lardan-1970'lerden kalan bir arkadaşımdır. Ve bence; sadece Türkiye'nin değil dünyanın en değerli heykeltıraşlarından biridir.
Selçuk ilçesi belediye parkına yaptığı bir heykel vardır ki; eminim yarın salt o heykeli görmek için Selçuk'a
yabancı turistler gelecektir.
Sayın başbakan henüz bitmemiş olan bu heykeli beğenmeyebilir. Belki bitmiş olsa başka türlü düşünürdü. Belki; bu düşüncesini daha zarif bir biçimde dile getirebilirdi. Ama salt "ucube" dedi diye; kendisini heykel düşmanı ilan etmenin de haksız bir tutum olacağını düşünüyorum.
Kültür ve
Turizm Bakanı Sayın
Ertuğrul Günay'ın; havayı yumuşatmaya yönelik açıklamalarının yol açtığı suçlamaları da anlamsız buluyorum. Aynen; Galatasaray'ın stadyumunun açılışında Sayın Erdoğan'a yapılan protestonun abartılmasını anlamsız bulduğum gibi. Siyasetçilerin bu türden protestolara alışkın olmaları ya da kendilerini alıştırmaya çabalamaları gerektiğini düşünüyorum.
Tunus'ta yaşanan olaylar hem
Arap dünyası için hem
İslam dünyası için hem de Ak
deniz çevresindeki ülkeler için son derece önemli. Bu türden olayların arkası gelebileceği gibi sert önlemlere de yol açabilir.
Almanya Güney Kıbrıs'la ilişkilerini geliştirir ve bu yakınlaşmaya İsrail'i de sokmaya çabalarken; Türkiye ilgisini iç politikadaki bu kısır çekişmeler yerine dış politikaya yönlendirmek durumundadır.
Unutmamak gerekir ki; en azından görünüşte Almanya Türkiye'nin AB sorunları konusundaki en önemli
destekleyicisiyken
Başbakan Merkel'in "cahilane" sözleriyle; asıl niyetini ortaya koymuş gibi görünmektedir. Şimdi; Fransa'dan sonra bir de Almanya ile uğraşmak sorunu ortaya çıkmıştır.
Acaba
Avrupa Birliği bunca uğraşmaya değer mi?
Konuyu bugün
Avrupa Birliği'ne getirmek istemiyorum ama artık bir "Hıristiyan Kulübü" olduğu açıkça belli olan AB; bütün
ekonomik potansiyeline rağmen 70 küsur milyonluk nüfusuyla Türkiye'yi bünyesine katmak ister mi?
Ekonomik destek fonlarını neredeyse sıfırlayan Avrupa Birliği'ne girmek acaba Türkiye'ye ne sağlar?
Buna benzer soruların sağlıklı bir biçimde yanıtlanması gerekir. Ancak hal böyleyken; iç politikada gerginlikleri
tahrik eden ve herhangi bir sonuç getirmeyecek tartışmalarla uğraşmak; galiba zaman yitirmekten öte bir anlam taşımıyor.
Unutmamak gerekir ki; siyaset sözcüğü "
terbiye etmek" anlamını da içerir. Bir anlamda toplumu terbiye etmek işleviyle görevli bulunan siyasetçilerin; birbirlerine karşı daha terbiyeli olmaları gerektiğini düşünüyorum.
Düzeltme ve özür: Yazılarımı daktiloyla yazarak gönderdiğimi ve çok değerli Gürdal kardeşimin; bu yazıları düzelterek yazdığını daha önce belirtmiştim. Kendisine gerçekten minnet borçluyum.
Fakat bazen istenmeyen hatalar oluyor. Örneğin; son yazımda virgül "düşmesi" sonucunda ilginç sonuçlar ortaya çıkmış!
O yazımda Justin McCarthy adlı ABD'li bilim adamının; Osmanlı'nın son dönemlerinde göç ve çatışmalar nedeniyle
mağdur olan
Müslüman sayısının; Hıristiyanlar'dan daha fazla olduğunu ileri sürdüğünü yazmış ve bazı rakamlar vermiştim.
Göçe zorlanan Hıristiyan sayısının 1 milyon 900 bin olduğunu yazmışken; virgülün düşmesi nedeniyle bu rakam 19 milyon olarak görünmüş.
Kafkaslar'dan gelen Çerkesler'in sayısı da 1 milyon 200 bin iken; gene virgül düşmesi nedeniyle bu rakam 12 milyon olarak çıkmış.
Düzeltiyor ve özür diliyorum.