Organizasyon da, kimin işi?


Bir fotoğrafın bütününü görebilirseniz, doğru değerlendirme imkânınız olur. Galatasaray'ın yeni stadının açılışında Başbakan Erdoğan'ın protesto edilmesine de öyle bakmalıyız. Türkiye'nin bir asırdır tek bir fotoğrafı var. Bugünün ileri ülkeleri demokratikleşme ile mesafe alıyor. Bizde ise bir zihniyet, halktan yetki almadığı halde ülkeyi yönetme ısrarından vazgeçmiyor. Kendini her sahada tahkim etmiş. Medyada, sivil toplum kuruluşlarında, siyasette, iş dünyasında, üniversitelerde, yüksek yargıda ama her yerde organize olmuşlar. Kurdun gövdeye girdiği gibi, her yere girmişler. Darbeler, balans ayarları, siyaset ve toplum mühendisliği hep onların işi. Türkiye'de her olayı, ancak vesayet sisteminin varlığını hatırlayarak doğru analiz edebilirsiniz. Onun için bu ülkede "öğrenci olayı" diye bir şey yoktur, olamaz da. Biz de 1968-1971 arasındaki kavgalarımızı öğrenci olayı zannediyorduk. Üniversitelerdeki, yurtlardaki sağ-sol çatışması denen olayların, nasıl da derinlerdeki adamların organizasyonu olduğunu yıllar sonra anladık. Çok iddialı bir laf edeyim, son günlerin o yumurtalı saldırıları var ya, onların hepsi organize. Vatandaşın evinin önünde park ettiği arabaların yakılması nasıl organize ise, o yumurtalı saldırılar da organize... İşte kalpaklı Prof. Yalçın Küçük, ağzından kaçırmış, "küçümsemeyin, o yumurtalı protestolar, 1960 darbesine zemin hazırlayan öğrenci olaylarının benzeridir" diyor... Ben de tam bunu söyleyecektim, bu ülkede bütün öğrenci olayları, meşru iktidarları yıpratmak ve darbelere zemin hazırlamak için kurgulanmış olaylardır. Bir gün bütün faili meçhul cinayetler gibi, bu olayların da nasıl organize olduğu gün yüzüne çıkacaktır/çıkarılacaktır. Bu ülkede, sıradan, kendiliğinden oluyormuş gibi görünen ve "öğrenci olayı", "taraftar tepkisi" diye ambalajlanan bütün protestolar organizedir. Organizasyonu yapanlar 80 senelik tecrübeye sahip profesyonellerdir. Ve 12 Haziran genel seçimlerine kadar, akla gelmedik daha ne provokasyonlar, tertipler sahnelemek isteyeceklerdir. Alevi vatandaşlar meydanlara sürüklenebilir, Cumhuriyet mitingleri benzeri gösteriler, statlarda yeni eylemler tezgâhlanabilir. Sokak anarşisi tırmandırılabilir, bakanlara, siyasilere ses getirecek fiili saldırılar, suikast teşebbüsleri olabilir. Açık söylüyorum, AK Parti'nin yeniden ve daha güçlü iktidara gelme ihtimali vesayetçileri tedirgin ediyor. Değilse, bir köşe yazarı, "Tunus'ta pişer, Türkiye'ye düşer..." diyerek, bizde de bir halk ayaklanması çağrısı yapar mı? Bir insan ancak tetikçi ise, Türkiye'yi Tunus'a benzetebilir. Bu oyunları, organizasyonları deşifre etmek, iktidar için çok önemlidir. Hızlı hareket edip, provokatörlerin kimlerle bağlantıları olduğunun tespiti gerekir. Oynanan oyunu hızlı ve doğru istihbarat, hızlı ve adil yargı bozabilir. Bugünden bir hususun altını çizmek gerekiyor. 12 Haziran genel seçimleri belki de Türkiye'nin en hayatî demokrasi merhalesidir. Evet, Demokrat Parti'nin, Anavatan Partisi'nin ve AK Parti'nin ilk iktidara geldikleri seçimler de çok önemliydi. Ama onların hepsinin ardından vesayetçiler güçlerini korudular. Yeni döneme göre "postmodern" yollar, yöntemler buldular. Medya da, anayasal kurumlar da tahkimatlarını güçlendirdiler. Darbe hazırlıklarından, darbelerden, muhtıralardan vazgeçmediler. Fakat 12 Haziran 2011'de "Ergenekon"dan yana olan partiler kaybederse, AK Parti, hem de yüzde 50 civarında bir oyla yeniden iktidara gelirse, vesayet bir daha belini doğrultamaz. Vesayetin bütün payandalarındaki kozmik adamlar, asker içindeki bütün cunta heveslileri havlu atarlar. Türkiye, demokratikleşmenin sağlıklı, güvenilir zeminlerine kavuşur. 12 Haziran seçimleri işte bu yüzden vesayet için hayat memat meselesidir. AK Parti'nin önünü kesmek için her yolu deneyebilirler. Kimse meseleye, AK Parti meselesi olarak bakmamalıdır...
<< Önceki Haber Organizasyon da, kimin işi? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER