Bu mesleğe başlarken ‘Kendime
küfür ettirmeyeceğim’ demiştim.
Beceremedim.
Henüz çok başlarda kendi taraftarı olduğum, büyüdüğüm tribünlerden yedim küfrü.
Sonra zaman zaman ülkenin çeşitli yerlerindeki
statlara gidip gelirken sorun yaşamaya başladım. Yolum kesildi,
hesap soruldu vs.
Sağolsunlar taktir edenler çok daha fazlaydı, ama beğenmeyen, sevmeyen, nefret edenler de vardı
doğal olarak. Ve en açık ifadesiyle tepkilerini ortaya koydular statlarda.
Tribünlerde her zaman olduğu gibi... Doğasına uygun bir şekilde...
Zaman zaman internet dünyası biraz kulaktan kulağa oyunu etkisi yaptı. Bazen söylemediğim şeyler, yazmadığım yazılar için bile büyük tepki aldım.
İtiraf ediyorum. Birkaç kez bunun sıkıntısıyla mesleği bırakma noktasına kadar geldim.
Çünkü bazen “Bu işi ne pahasına yapıyorum?” diye sorduğumda verecek
cevap bulamıyordum.
Ben de tribünde büyümüştüm. Benim de hoşlanmadığım insanlar ve tavırlar olmuştu. Ve ben de bu tip durumlar da tribünlerin doğasına uygun şekilde tepki vermiştim zamanında.
İşte onlardan birine dönüşme fikri dayanılmaz bir lanetti.
Çok az iş kolunda yaptığınız işin, gittiğiniz yolun eleştirisi böyle hemen, böyle çırılçıplak yüzünüze vurulur. Buna dayanmak kolay değil. Ancak yaşayınca anlayabilirisiniz.
Bazen o tepkiyi hak edersiniz ve bunu bilirsiniz. Bazen de yıldırıcı bir haksızlık yapılır size. İşte bu dayanılmazdır.
Bunlardan birinde bırakma kararını aldım. Gazeteme ve Ntvspor’a bildirdim. Aileme söyledim. Ama rahatlayamadım bir türlü. Omzumdan yük kalkmadı. Halbuki öyle olacağını düşünüyordum. Oturdum ve düşünmeye başladım.
Süleyman Seba geldi aklıma. Fatih
Terim sonra. En önemlisi
Özhan Canaydın. Sonra bir dolu
futbolcu. Bir o kadar
teknik adam. Şenol
Güneş. Mustafa Denizli’nin bir amigodan kafa yediği görüntüler canlandı. Rahmetli Kazım Kanat’ın Vedat Okyar’ın, Turgay Şeren’in, Ercan Taner’in saldırıya uğrayışları.
Rüştü Reçber.
Arda Turan...
Bir dolu değer. Bir dolu insan... Tribünlerin sözlü ya da fiziki saldırısına uğramış onca değer. Bana kalırsa hiçbiri hak etmemişti...
Anladım ki her zaman tribün haklı olmuyor.
Bazen argümanları sağlam olsa da haklı olmuyor. Bazen haklı olsa da ayar kaçıyor.
Bunun nedeni çok da karmaşık değil...
Çünkü buranın adı laf olsun diye değil ‘Arena’...
Seyrantepe’de imar edilmiş o şahane stadyumun üzerinde yazan Arena ibaresi boşuna değil.
Statlar
modern zaman
arenalarıdır. Bu oyunun aktörleri de (maalesef biz de) modern zaman gladyatörleri. Ve buranın kendisine ait bir hukuku, bir davranış biçimi ve kaçınılmaz şekilde şiddeti vardır. Bunu ne kadar ehlileştirmeye çalışsak da bir yere kadar varabiliyor. Fazlası doğasını bozuyor.
Arenalar, gladyatörler, sezarlar ya da
futbolcular için yapılmazlar. Onlara sadece saha yeter. Arenalar halkın için yapılır. İçlerindeki şiddet duygusunu dökmesi için. İnsanlar
zafer ister, düşman ister, kahraman ister ve aslında kan ister. Arenalar bunun için yapılır.
Ve arenada kitleleri
kontrol etmek imkansızdır. Rüzgârın ne zaman nereye döneceğini kestirmek de...
Cumartesi akşamı
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın tepki görmesini buradan bakarak algılamaya çalışmak gerekir.
Yapılan doğru değildir. Evet ayıptır. Ve
evet, haksızlıktır.
Ama eğer orası Arena’ysa doğaldır da. Daha önce Süleyman
Demirel de,
Mesut Yılmaz da bu tepkileri yaşamıştır.
Alın diyetinizi
Allahı var! Pazar gününe kadar Başbakanın ‘Ağzından bu stadı ben yaptım!’ diye bir şey duymadım. “Ben olmasam bu stat olmazdı” gibi bir ucuzculuğa da asla girmedi.
Bu toprakların kültürüne uygun olan yaklaşım da buydu. Yardım, iyilik, kolaylık yaparsın ama övünmezsin. Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuda tam da olması gerektiği gibi davrandığı açıktır.
Ancak şunu da söylemeli ki, onun adına bunu söyleyen çok oldu. Hem de sürekli ve bezdirici bir şekilde. Geri kalan herkesi yok sayarak.
Yani Sezardan çok Sezarcılar bir aydır sahneden inmediler.
İyi gitmeyen bir
takım, onun yarattığı sıkışmışlık duygusu, büyük umut bağlanan Adnan Polat’ın başarısızlığı, hep parasızlıktan bahsedilen bir ortam vs. Kendisini hiç de iyi hissetmeyen bir camia tam da “Nihayet başardık. Şahane bir stadımız oldu” diye sevinirken onlara:
“Siz bir hiçsiniz, bir şeyi becerebildiğiniz yok!” demek doğru mudur!
Başbakan’ın mağrur duruşuna geri kalanlar da eşlik edebilseydi Arena yine aynı tepkiyi verir miydi?
Haksızlık mı? Evet. Ayıp mı? Evet!
Bir ev sahibini, kiracısına hayırlı olsun ziyaretine gidip yuhalanması gibi mi? Sanki biraz öyle!
Ancak öte yandan insanın kafasına da bu kadar kakılmaz ki!
Ben mesleği bırakma kararını Arenaların ruhunu bildiğim anladığım için değiştirdim. Olup biteni, tepkiyi hak ettiğimi düşündüğüm için değil.
Başbakana gösterilen tepkiyi de böyle ele almak gerekir.
Zaman herkesin hakkını verir.
Erdoğan’ın hakkı da tıpkı
Özhan Canaydın’ın hakkının verildiği gibi zamanı geldiğinde verilir.
Arenalar ise hep aynı kalacaktır. Doğasına uygun olarak. Direkt, acımasız ve hesapsız!