Demokratik hukuk devleti olmanın, yalnızca
kanuni düzenlemelerle geçekleşemeyeceğini CMK’nın 102’inci maddesinin yürürlüğe girmesiyle yaşayarak gördük.
Öncelikle problemin yanlış mecralarda çözülmeye çalışıldığını üzülerek izliyoruz.
Problem nedir ?
Problem;
terörist,
katil zanlısı gibi suç iddiası ile yargılanan sanıkların
tahliye edilmesidir.
Bence asıl sebep,
ülkemizde tutuklama
tedbirinin amacına aykırı olarak uygulanmasıdır. Şöyle ki, tedbir olarak uygulanması gereken tutuklamaya, iddia edilen suçun cezasının asgari haddinin
infaz süresi dikkate alınarak başvurulmaktadır.
Yargılamada asıl olan sanıkların tutuksuz yargılanmalarıdır. Şartları varsa istisnai olarak uygulanması gereken tutuklama tedbiri, genellikle kanuni şartları yok iken uygulandığı için
halk nezdinde de infaz gibi algılandığından şimdi bu sebeple bir
bardak suda
fırtına koparılıyor.
Tutuklama süresi çok uzun diyen eski mutlu
azınlık, yeni yeni rahatları kaçmaya başlayan ayrıcalıklı güruh; kalkmış şimdi de; “teröristler,
mafya liderleri ve katiller salıverildi” diyerek, kıyameti koparmakta ve kendileri ile çelişmektedirler.
Bu ayrıcalıklı güruh; kendilerinden olanlar suç işlemezler, işledikleri iddia edilse ve şartları oluşsa bile tutuklanmazlar, tutuklansalar da çok kısa sürede salıverilirler şeklinde düşünmeye alışmışlardır.
Öyle görünüyor ki bu tür ayrıcalıklara alışık olanlara, inanmak istemedikleri bazı gerçekler hatırlatılmalı.
Mesela, eski cuntacıların bir kısmı
terhis oldu, kalanlar olmak üzere;
yüksek yargının ve önceki
Hâkimler
Savcılar Yüksek Kurulu’nun birkaç mensubu,
Avrupa Birliğinin desteği ve çağdaş mevzuata paralel düzenlemelerin zorlamasıyla köşeye sıkışmışlardır, iletişimleri
sanal ortamda herkesçe öğrenilebilmektedir ve böylelikle suçüstü yakalanmış olmakla fevkalâde rahatsızdırlar.
Yüksek sesle haykırmak gerekiyor ki, artık bu ülkede de kanunlar herkese eşit uygulanmaya başlamıştır.
Bu adil ve eşit uygulamanın her konuda tesisini temenni ederiz.
Yargının iş yükünün çok fazla oluşu, hakim-savcı sayısının yetersizliği gibi mazeretlerin de tek başına
adalet dağıtımını engellediğini sanmak meseleye dar açıdan bakmak olur. Görülmesi gereken başka hususlar da var.
Ezcümle;
Hakimlerin bir kısmı
dava dosyasını incelemeden tensip yapmakta; bir kısmı dosyayı ve gelen cevabi belgeleri okumadan, hazırlıksız duruşmaya çıkmakta; lüzumsuz olarak dosyalar bilirkişilere verilmekte, bazı hakimlerce karar verip gerekçe yazma zahmetine mümkün oldukça girmemeye özen gösterilmektedir.
Yargıtay’ın bazı daireleri ve üyelerinin, dava dosyalarının temyiz incelemesini tamamen tetkik hakimlerinin ilgi ve bilgisine tevdi ettikleri, artık sokaktaki vatandaşın da malumudur.
Yüksek yargı ideolojik yaklaşımla bir yandan yeni hakim ve savcı alınmasını engellerken, diğer yandan da
bölge adliye mahkemelerinin kurulmasına -güç kaybına uğrayacağı endişesiyle- bugüne kadar şiddetle karşı çıkmıştır. Şimdi aynı mercinin bölge adliye mahkemelerinin süratle kurulması gereğine işaret etmesi samimi görünmemektedir.
Dava dosyalarının sürüncemede kalmasının çok önemli bir sebebi de, hakim ve savcıların
mesai saatlerini verimli bir şekilde işlerine ayırmamalarıdır. Bu noktada çok iyimser tahmin yarı yarıyadır. Sorumluluk bilinciyle çalışan meslektaşlarımızı elbette tenzih ederim; ancak, mahkemelerin yıllık iş cetvelleri incelendiğinde dikkat çekmeye çalıştığım bu husus netlik kazanacaktır.
Mesela aynı ildeki bazı mahkemeler, gelen dava dosyasının yüzde seksenini sonuçlandırmış iken, bazılarında bu oran yüzde yirmi civarındadır.
Bunun hesabı sorulmadığından, rahatça gezip tozma ve mesai saatinde
misafir ağırlama alışkanlığı artarak devam etmektedir.
Tabii ki, aksaklıklar bu sayılanlarla sınırlı değil.
Yasama Meclisinin de, siyasi iktidarın da, bu tabloda günahı olduğunu söylemeliyiz.
Özellikle hükümet kafasına koyduğu kanunları meclisten öyle veya böyle çıkarabilirken, önceliği kendisine verdiği kadar tüm memleket meselelerine verseydi, muhalefet iktidarın doğrularını destekleseydi, bu acıklı durumlara düşmezdik.
Hem adliyenin hem de ülkenin çok önemli bir noksanı, meslek mensuplarını yetiştiren okul ve meslek içi eğitimlerin yeterli olmamasıdır.
Batının sıradan bir ülkesinin hakim ve savcısı seçilirken yapılan değerlendirmeler bizde uygulansa sanırım en iyimser tahmin ile mevcudun onda biri ancak hâkim ve savcı olabilir.
Yapılan tüm
eleştiri ve suçlamalar çözüme katkı sağlayabilir mutlaka ama, asıl çözüm insan yetiştirme ile mümkündür.
Fikren ve ilmen mümtaz nesiller yetiştirilene kadar, biz her sahada bu kısır tartışmalara devam edeceğiz.
Medeni ülkelerdeki makul tutukluluk sürelerinin bu ülke vatandaşlarına da uygulanacağı günlere kavuşabilmek dileğiyle…