Yapılan bütün faaliyetlere bakın; hangi gayretin özü kamplaşmayı derinleştirmeye yönelikse,
ülke huzurunu bozmaya çabalıyorsa, insanları birbirine düşürmeyi hedefliyorsa, o gayretin arkasında meş'um bir
senaryo var demektir. O karanlık planları ve kaotik hesapları elimizin tersiyle itmedikçe bu ülkenin demokratik gelişimini tamamlaması mümkün değil...
Seçim yaklaştıkça bazı senaryoların tekrar tekrar sahnelenmesi insanı üzüyor. Haydi tezgâhın arkasındakiler yorulmadı diyelim; ya figüranlar? Defalarca gösterime girmiş bir senaryoda eskitilmiş rollerin üzerine atlayarak ne kadar sakil bir duruma düştüklerinin farkında değiller mi? Kutsanmış semboller üzerinden yürütülen kavgalar, kutuplaşmayı derinleştiren yaklaşımlar,
sandık yerine sokaktan medet ummalar...
Haftayı yoğun
tartışmalarla geçirdik.
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, Kars'taki "
İnsanlık Anıtı" isimli
heykele 'ucube' dedi ya; birileri kıyameti koparıyor. Yabancı basına malzeme vermek için sıraya girenler Taliban'ın Afganistan'daki heykelleri yıkmasına gönderme yapıyor sürekli. Afganistan'daki heykeller kaç yüzyıllıktı; bilen var mı? Kaldı ki bu ülkede yıkılmış bir tane heykel yok. Kars'takine yapılan
eleştiri, heykelin estetikten yoksun olması ve oradaki tarihî dokuyu bozması. Bu gerekçelere de
itiraz edilebilir; ancak bu konu "Heykeli yıkıyorlar!" propagandasına, hatta gammazlamasına dönüşünce mesele aslî çerçevesinden çıkmış olur. Bu nedenle, Başbakan Erdoğan, "4,5 yıl
İstanbul belediye başkanlığı ve 7,5 yıl da başbakanlık yaptım. Bir tane ne heykel ne de eser yıktım." dedi. Hodri meydan!
İçki ile ilgili hukukî bir
düzenleme yapılıyor. Bu tür düzenlemeler Batı ülkelerinin hemen hepsinde var.
Çocuk ve gençleri alkolden korumak için bir
takım disiplinler getiriliyor. Hazırlanan taslağa itirazlar yapılabilir. İyi bir tartışma ülke için faydalı da olur. Ancak
içki satışı ile ilgili düzenlemeyi duyar duymaz "
Hayat tarzımıza müdahale ediliyor!" diye feryat etmek meseleyi çarpıtmak demektir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaklaşımı gayet yerindeydi. "Gençleri kötü alışkanlıklardan, içkiden uzak tutmak güzel bir şey." dedikten sonra çekincelerini de söyledi. Kemal Bey, bu kadar sorumlu davranıp konuyu bir siyasî ranta feda etmezken, 'IV. Murat' benzetmesi yaparak halkın bir bölümünü korkutmaya çalışan medyaya ne demeli? Daha bu tartışmanın ateşi geçmeden, Mersin'deki bir lisede kız ve erkek öğrenciler arasında '45 santim mesafe' kuralı getirildiği haberleri yayımlandı. Güya okul müdürü, kız ve erkek öğrencileri birbirine yaklaştırmamak için gayretle çalışıyormuş. Neyse ki, çok geçmeden haberin asparagas olduğu ortaya çıktı.
Bütün bunlar olurken, Yargıtay'ın düştüğü durum da vahim. Daire ve üye sayıları artırılmaz,
istinaf mahkemeleri hayata geçirilmez, yeni hâkim ve savcılar alınmazsa
adalet, yüksek yargıda biriken dosyaların altında kalıp ezilecek.
Hizbullah ve
PKK zanlılarının tahliyesi, biriken dosyaların yol açtığı korkunç
manzarayı gözler önüne serdi. Yargıda reform artık kaçınılmaz hale geldi. Hal böyleyken meseleyi hâlâ kısır çekişmelere, ideolojik kavgalara feda etmek isteyenler bulunmakta. Hizbullah üyelerini serbest bırakarak ihaleyi hükümetin üzerine yıkacaklardı; ancak oluşturmak istedikleri
algı, gerçekler karşısında tuzla buz oldu. Tek sesli ve güdümlü medya dönemini geride bırakan
Türkiye, oyun içinde oyun olduğunu kavradı. Buna benzer komplolar
seçime kadar sürer mi? Neden olmasın...
Darbe ve
kaos planları ile ilgili en ciddi kurumların bilimsel
raporlarını görmezden gelen birileri biraz da utana sıkıla bazı kriminal raporlardan söz etmeye kalkıştı. Başlıklara bakarsanız ortada ciddi bir rapor var sanırsınız. Okuyunca anlıyorsunuz ki; bilmem nereden
emekli birisi lafı eveleyip geveliyor ve
darbecilikle suçlanan kişileri aklamak için çırpınıyor. Daha önceki onlarca resmî raporu görmezden gelenler emekli kişilerin sübjektif yorumlarına sahip çıkıp bir de adaletten, zulümden bahsetmez mi? Vallahi pes!
Seçime kadar yeni bir koridordan yola devam edecek bu ülke. Karartmalar olacak kimi zaman. Kafa karıştırmaya yönelik haberler uydurulacak, yorumlar yapılacak. 'Eksen kayması' denilip insanlar korkutulacak, '
tasfiye ediliyoruz' denip kapı arkalarında kıs kıs gülünecek, '
yaşam biçimimize müdahale ediliyor' denilip ülke içeriye ve dışarıya gammazlanacak, AK Parti'nin 'liberal aydınlara ihtiyacının kalmadığı' söylenerek aralarını açma girişimleri başlatılacak... Dejavu! Bu ülkenin insanı bu bayat senaryodan bıktı. Korku tellallarına
prim yok artık...
Daha neler yaşanabilir? Tecrübeyle sabit ki etnik kavgalar körüklenir, mezhep çatışmalarına yol açacak operasyonlar yapılır, öğrenciler sokağa davet edilir, polis ve jandarmanın üzerine medyatik baskılar kurulur,
psikolojik harp taktikleri gereğince hazırlanan bazı kitaplar neşredilir hatta filmler hazırlanır. Yapılan bütün faaliyetlere bakın; hangi gayretin özü kamplaşmayı derinleştirmeye yönelikse, ülke huzurunu bozmaya çabalıyorsa, insanları birbirine düşürmeyi hedefliyorsa, o gayretin arkasında meş'um bir senaryo var demektir. O karanlık planları ve kaotik hesapları elimizin tersiyle itmedikçe bu ülkenin demokratik gelişimini tamamlaması mümkün değil...
Seyrantepe'de yaşanan rezalete çok şaşırmadım
Kısa bir süre önce
Galatasaray Başkanı Adnan
Polat'ın daveti üzerine Türk
Telekom Arena'ya gittik. Spor yazarlarımız da oradaydı. Stadı Sayın Polat gezdirdi. Çok mutlu olduk. Ülkemiz için büyük bir kazançtı çünkü. Stadın sadece kendisi değil, etrafı da ihya edilmiş, yan yollar yapılmış, köprüler kurulmuş, metro durakları
stat açılışına yetiştirilmişti.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü,
TOKİ adeta seferber olmuş, Galatasaray ile el ele vererek muhteşem bir esere
imza atmıştı.
Stadı gezerken
Adnan Polat dedi ki: "Açık konuşmak gerekirse bu stat Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın Türk futboluna hediyesidir. Onun desteği ve ilgisi hep yanımızda oldu." Adnan Bey, kadirşinas bir insan. Bize, hakperest bir insan olarak bu sözleri söyledi. Buna şu açıdan da sevinmiştim: Başbakan Erdoğan'ın Fenerbahçeli olduğunu bilmeyen yok; ama ülke futbolu için böyle bir
destek ayakta alkışlanmalı. Öyle olmadı. Cumartesi gecesi yapılan açılışta organize bir
protesto yükseldi. Başbakan ve yanındaki
heyet resmen yuhalandı. Sebep? Milyonlarca Galatasaray taraftarı bu cehaleti mazur görür mü? Sanmam. Siyaset, bazı fanatiklerin gözünü kör etmiş...
Galatasaray'daki bu manzara beni bir başka pencereden baktığımda şaşırtmadı. Bu kulüpte (ve başka kulüplerde) öyle bir zümre var ki
spora,
siyasetin anlamsız çatışmaları arasından bakıyor. Mesela TT Arena'nın açılışı için gazetelere ilan verildi.
Reklam dağılımını Galatasaray Kulübü Başkan Yardımcısı
Yiğit Şardan yapmış. Nasıl oluyorsa bu iş? Adamın reklam firması var, reklamcılar ve mecralarla başka bir bağlantısı var ve Galatasaray gibi milyonlara mal olmuş bir kulübün reklam dağılımını yaparken bazı gazeteleri dışarıda bırakıyor. Yani
sansür uyguluyor. Zaman'ın da dâhil olduğu bazı gazeteler Arena açılışı ile ilgili reklam planlamasının dışında bırakılıyor. Ölçü ne? İşin doğrusu pek de
yiğit bulmadığım bu tavrı yurtdışındayken duydum ve "Bize onların parası lazım değil; artık reklam verseler bile almayın." dedim. Adnan Polat'ı da aramadım. Değmezdi çünkü...
Ama herkes bilmeli ki; Yiğit Şardan isimli reklamcının Galatasaray'da bu mantıkla yöneticilik yapıyor olması cumartesi gecesi yaşanan rezaletin hiç de şaşırtıcı olmadığını teyit ediyor. Tepedeki adamların ayrımcı ve ideolojik yaklaşımı bu kadar keskin olursa gerisini siz düşünün. Sanırsınız bu takım milyonların sevgisini kazanan bir kulüp değil, babalarının gece kulübü... Galatasaray
UEFA kupasını alarak halkın takımı haline gelmiş, milyonlarca insanımızın kalbine taht kurmuşsa Seyrantepe'de yaşanan nahoş manzaradan
ders çıkarmalı. Yoksa küçülür, daralır; seçkinlerin didişmelerine
kurban edilir. Eminim, halkın içinden gelen bir başkan olarak Adnan Polat, bu gerçeği görüyordur.